Zemahşer Harezm’e bağlı bir ilim merkezi. Harezm’e değer katan en önemli hususiyet ise her türlü fikrin serbestçe söylenilebilir olan bir mekâna ev sahipliği yapmasıdır. Öyle ki camilerde bile fikri tartışmalar doruk noktaya ulaşmıştır. Zira Harezm halkının kimi âlimlerce yapılan özgürce tartışmalardan rahatsızlık duymayıp, bilakis memnuniyetle izlemeleri birçok kimseleri hayrete düşürmüştür. Sanıldığının aksine özgür düşünce günümüze has bir olgu olmayıp, o devirlerden kalan miras olsa gerektir. İşte böyle bir özgür ortamda Harezm halkı Zemahşeri gibi bir âlim çıkarmayı başaracaktır. Demek ki özgür düşüncenin olduğu yerlerde nice beyin fırtınaların çıkması kaçınılmazmış meğer.
Zemahşer’iye nispetle ve orda doğması münasebetiyle ona Zemahşeri denilmiştir. Onun belki de en şanslı yanı meşhur Selçuklu veziri Nizamül Mülk döneminde yaşamış olmasıdır. Çünkü o devirler İslam âleminin ilim yönünden zirve yaptığı yıllardır. Malum olduğu üzere ilim basamağının müesseseleşmesi Nişabur’da Beyhekiyye medresesiyle başlamış, derken sırasıyla Beyhekiyye, Saidiyye, Nizamiye, Bağdat, Nisabur, İsfahan, Basra, Musul, Herat, Belh, Amid(Diyarbakır) medreseleri takip etmiştir. Zaten medreseler sevgi ve ışık ocaklarıdır, dolayısıyla nice insanlar nakış nakış işlendi buralarda.
Hâsılı Zemahşer altın çağ diyebileceğimiz dönemde adından söz ettirmiştir. İlk eğitimini annesinin dizinin dibinde alarak Kur’anı hıfzetmiş, babası ise nedeni bilinmeyen bir olaydan mapusa düşer ve mapusdayken de vefat eder. Zemahşeri’nin küçük yaşlarda iken kimilerince damdan düşme, kimilerince de soğuktan donarak, ya da hayvandan düşerek bacağının kesildiğini söylerler. Zira babasının onun oturarak bir iş yapması için terzilik teklif ettiğinde, o bu teklifi elinin tersiyle iterek ilmi tercih etmiş, böylece sakatlığının ilim öğrenmeye engel teşkil etmeyeceği mesajını vermiştir adeta. Hakeza bu uğurda devrin birçok sahasında ehli âlimlerden dersler almış, bunlarla da yetinmemiş ilim için doğup büyüdüğü topraklardan başka Buhara, Horasan ve Bağdat gibi ilim merkezlerine de gider, oralarda birçok ilmi dersler alır. O dersler almakla kalmamış Nizamiye Medresesinin şekillenmesinde de rol oynamıştır. Buralarda piştikten sonra ver elini Mekke’ye deyip ışığın doğduğu kaynağa yol alır. Böylece Mekke sayesinde Arap Yarımadasını yakından tanıma fırsatı bularak ufkunu daha da genişletir. Uzun bir yolculuğun ardından sıla hasreti çeker ve karar verir dönmeye. Nitekim dönüşte Bağdat’a uğramayı da ihmal etmez, hatta burada derste okutur, en nihayet altmış altı yaşına geldiğinde Urgençe yerleşir. Vaktaki burada ömrünü tamamlayarak darı bekaya göç eyler.
Kendisinin sürekli ilimle iştigal etmesi evlenmeme nedenleri arasındadır, bu yüzden pek
çok eser yazmıştır, onun hayatında en göze çarpan özelliği itikat alanında Mu’tezile, fıkıh sahasında ise Hanefi düsturlarını metot edinmesidir. Her ne kadar kimi ehlisünnet âlimlerince bir dizi eleştiriye muhatap kalsa da Fahrettin Razı, Ebussuud Efendi, Muhammed Hamdi Yazır gibi nice ehlisünnet âlimlerince de övgüye mahzar olmuştur.
Velhasıl, o özgür ortamda yetişmiş, Harezmî’n Zemahşeridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder