21 Ocak 2014 Salı

Fatih Sultan Mehmed

Osmanlı pâdişâhlarının yedincisi. İstanbul’un fâtihi olup İkinci Murad Hanın oğludur. 30 Mart 1431 (H. 833) Pazar günü Edirne’de dünyâya geldi. Annesi Candaroğulları âilesinden Hadîce Alîme Hümâ Hâtundur. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen Şehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrendi. İlk hocası Molla Yegan’dı. Meşhur din ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehassıs Akşemseddîn hazretleri şehzâdenin her şeyi ile bizzat ilgilendi. 12 yaşına gelince devlet idâresini öğrenmesi için Edirne’den Manisa’ya vâli olarak gönderildi. Kısa bir süre sonra babası tarafından tahta çıkarıldı. Ancak bundan faydalanmak istiyen yeni bir Haçlı ordusu 1444 Eylülünde Türk topraklarına girdi. Vaziyetin ciddiyetini anlayan Sultan Mehmed yazdığı mektupla babasını yeniden saltanata dâvet etti. Bâzı rivâyetlerde bu talep üzerine bir kısım rivâyetlere göre de durumun vahâmetini takdir eden İkinci Murad kendi reyi ile İstanbul Boğazından Avrupa’ya geçerek Edirne’ye geldi. Derhal idâreyi ele alarak Varna’ya hareket etti.

Gerek Avrupa devletlerinin hasımca davranışları gerek Anadolu’daki Türk beyliklerinin nizâmı bozucu hareketleri devleti çok sarsmıştı. 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu.



1451 târihinde babası İkinci Murad’ın vefâtı üzerine İkinci Mehmed ikinci defâ Osmanlı tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı. Daha önceden saltanat tecrübeleri olduğu gibi babasının yanında seferlere de katılmış ve çok iyi bir kumandan olarak yetiştirilmişti. Saltanat değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yaptıktan sonra artık kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün ağırlığını bu konuya verdi. Rumeli Hisarını yaptırıp Yıldırım Bayezid’in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı ile berâber boğazı kestikten sonra 14521453 kışını Edirne’de harp hazırlıkları ile geçirdi.



Rumeli Hisarının inşâ plânının bizzât Pâdişâh tarafından çizildiği rivâyeti kuvvetlidir. Hisarın kerestesi İzmit’ten kireci Şile bölgesinden getirildi ve yapımında 1000 taşçı ustası 5000 işçi 10.000 civârında yamak çalıştırıldı. Vezirler sırtlarında taş taşıyarak hisarın yapılmasına hizmet ettiler. Ayrıca bâzı burçların yapım masrafını işçi ücretleri dâhil vezirler üzerine aldılar. Rumeli Hisarı’nın inşâsı esnâsında Bizans İmparatoru elçi göndererek “kendi toprakları üzerine kale yapılmasının dostluğa ve ahde vefâya uymadığını” bildirdi. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed elçiye; “Var git kralına söyle! O rahmetli babam zamânında ahdi çok defâ bozmuştu. Arada ahid mi kaldı ki vefâdan bahseder. Bu topraklara biz hisar yaparız toprak elçi göndermekle kurtarılmaz. Eğer bu topraklar onunsa gelip kurtarsın” diyerek niyetini az çok ortaya koydu. Dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisarı ile İstanbul’un Karadeniz’den ikmâl yolu tam kontrol altına alınmış oldu. Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibatı kesilmiş oluyordu. İstanbul’un muhâsarasına kadar da her geçen gemi yükü kalkış ve varış iskeleleri gibi bilgileri ve geçiş rüsûmunu (geçiş vergisi) altın olarak vermeye mecbur bırakılmış vermeyen batırılmıştır.



Şehzâdeliğinden beri bir an önce İstanbul’u fethetmek hazreti Peygamberin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile tutuşan Sultan Mehmed bu büyük meselenin halline çalışıyordu. Bu sebeple askerî târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla bu orduyu dayanılmaz bir kudret hâline getirmiş İstanbul muhâsarasında donanmayı Beşiktaş’tan kara yolu ile Haliç’e indiren teknik bir dehâya ve çeşitli muhâsara makinalarına seyyar kulelere sâhip olmuştu.



Haliç üzerinde; Kasımpaşa tarafından başlamak üzere boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak beş buçuk metre eninde bir köprüyü KasımpaşaAyvansaray arasına inşâ ettirdi. Bu çalışmaları gören Bizanslılar su üstünde yüründüğünü zannederek sihir yapıldığına hükmetmişlerdi. Devrin en ağır toplarını döktürdü. O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde “yağla makine soğutmasını” havan topunun balistik hesaplarını yaparak plânını çizerek dik mermi yollu ilk silahı keşfetti.



Fâtih bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırkenona karşı dış düşmanları ve içerde şehzâdeleri kışkırtan Bizans târihî fesat siyâsetinin son gayreti olarak bu sefer de şehzâde Orhan’ı Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle genç Pâdişâh’a İstanbul seferinin meşruluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyordu. Üstelik daha Manisa’da şehzâdeyken hocası büyük velî Akşemseddîn İstanbul’u fethedeceğini müjdelemişti. Hazreti Peygamberin; “İstanbul muhakkak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdâr ve ordu ne mükemmel insanlardır.” meâlindeki hadîsi şerîfi onu ayrı bir şevke getirmişti.



Kaynakların belirttiğine göre Pâdişah hep İstanbul’un fethini düşünüyordu. Evliyânın işâretleri keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile o bu fikri tamâmıyla benimsemişti. Pâdişâhın gecegündüz huzûru kaçmıştı. Yatağına girer kalkarken sarayında ve dışarıda gezinirken kafası hep İstanbul’un fethi ile meşguldü. Yalnız veya maiyetiyle gezintiye çıktığında da yine fethi düşünür istirâhat ve uyku bilmezdi. Elinde kalem ve kâğıt dâimâ İstanbul’un haritası ile uğraşırdı.Yine bir gece aynı düşünceyle uykusu kaçmış veziri Çandarlı Halil Paşa'yı gece yarısından sonra konağından sarayına çağırtmıştı. Böyle gece yarısı vakitsiz çağrılmaktan korkan yaşlı vezir pâdişâhın ayaklarına kapanarak özürler dilemiş pâdişâh da korku ve telaşının yersiz olduğunu belirterek İstanbul’un alınması için oturup konuşmaya çağırdığını bildirmişti.



Nihayet İkinci Mehmed 23 Mart'ta ordusuyla Edirne’den hareket etti. Kuşatma 6 Nisanda başladı. 18 Nisanda İstanbul adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç’e indirildi. 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdişah; “Ya ben şehri alırım ya şehir beni!” cevâbını verdi. 29 Mayıs sabahı yapılan son taarruzda İstanbul düştü. Bu şekilde Ortaçağ sona erdi Yeniçağ başladı. İstanbul’un fethi Türk târihinin en müstesnâ olayı sayılarak “Fethi Mübîn” denildi. Dünyânın en büyük kilisesi (SaintSophie) ve bütün Avrupa’nın ayakta kalan en eski yapısı olan Ayasofya câmiye çevrildi. Fâtih bu mabedin kıyâmete kadar câmi kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeyledi. Bütün Ortodoks Hıristiyanların başı olan patrikliği ortadan kaldırmadı. Bunu o zamanki siyâsî olaylara göre değerlendirmek gerekir. İsteseydi İstanbul fâtihi patrikliği ortadan kaldırabilirdi. Fakat o zamânın siyâsî durumu bunu gerektirmemekteydi. İstanbul’un düşmesinden sonra surlarda Ceneviz kumandan ve askerlerinin ölülerine rastlandı. Hâlbuki Cenevizliler Türklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı. Bu ihânetleri ortaya çıkınca çok korktular. Kendilerine çok ağır cezâlar verileceğini beklerken Fâtih Sultan Mehmed Ceneviz vâlisi ve papazını çağırtarak üzüntülerini bildirdi ve Galata’da oturan bu Cenevizliler için bir ferman çıkarttı; “Evvelden olduğu gibi herkes sanat ve ticâretinde ibâdetinde serbesttir. Kiliseler açık bulunacak ancak çan çalınmayacaktır” şeklindeki emriyle ölüm bekleyen insanları sevindirdi.



Gerek Ortodokslara gerek Cenevizlilere tanıdığı bu serbestlik Avrupalıların husumetini azalttı. Bâzı Avrupalı târihçiler Türklerin Avrupa’da süratli bir şekilde ilerlemesini Avrupa’nın kolay fethini bu davranışa bağlarlar ve Osmanlı İmparatorluğu bu hâdise ile cihânşümûl hâle geldi şeklinde yazarlar. 21 yaşında İstanbul’u fetheden Fâtih Katolik Avrupa’ya cephe aldı ve Ortodoks Hıristiyanlığın Katoliklerle birleşmesini önledi. Esâsen imparator ve devlet adamları İstanbul’u kurtarmak için papalığın asırlardan beri istediği fedâkârlığı yapıyor papalık da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesi karşılığında askerî yardımda bulunuyordu. Fakat bütün çalışma ve gayretlere rağmen İstanbul’u korumak için Avrupa’dan az bir gönüllüden başka bir şey gelmedi. İstanbul’daki papazlar ve halk da dinlerini korumak için İstanbul’da Lâtin şapkası yerine Türk sarığını görmeyi tercih ettiklerini belirttiler.



İstanbul’un fethi ile Osmanlı Cihan Devletinin temelleri atılmış oluyordu. Doğu Roma Fâtihi olarak Edirne’ye dönen Fâtih Sultan Mehmed Han dünyâ politikasını yeniden gözden geçirdi. Devletin geleceği için önemli kararların alınması gerekiyordu. Bizans’ın düşmesini Avrupa’nın hoş karşılamayacağı tabiî idi.



Karaman ve İstanbul seferinden sonra 1453’te Cenevizlilerden Enez’i aldı. 1454’te Kırım’a bir donanma gönderdi. Aynı yıl Sırbistan Seferine çıktı. Kuzey Ege adalarına donanma göndererek buraları ele geçirdi. Rodos Seferini yaptı ise de adayı alamadı. 14551456 yıllarında ikinci ve üçüncü Sırbistan seferlerine çıktı. Bu ikincisinde babasından sonra Belgrad’ı tekrar muhâsara etti. Kaleyi savunan Hunyadi Yanoş öldü Fâtih yaralandı. Fakat Belgrad düşmedi. 1455’te Boğdan Beyliği de Osmanlı idâresine girdi.



1458’de Mora’ya ilk seferini yaptı. 1459’daki Sırbistan Seferi sonunda Semendire fethedildi ve Sırbistan Devleti son buldu. 1460’da çıktığı İkinci Mora Seferi; Mora prensliklerinin ilgası Osmanlı devletine katılması Paleologosların sonu ve Bizans kalıntılarının silinmesi ile sonuçlandı.



Sonra Güney Karadeniz meselesini ele aldı. 1461’de Ceneviz’den Amasra’yı fethetti. Baharda Sinop’a geldi. Himâyesinde bulunan Candarlı Beyliği'ne dostça son verdi. Oradan Trabzon’a yürüdü. Denizden de kuşatılan Trabzon Rum İmparatoru teslim oldu. Komnenos imparatorluk hânedanına son verildi. Bu şekilde Batum ve Gürcistan kıyılarına kadar bütün Güney Karadeniz kıyıları Osmanlı Devletine katıldığı gibi Trabzon ve Rize gibi Anadolu’nun son parçaları da Hıristiyanlardan alınmış oldu. Trabzon seferinden dönüşünde Eflâk üzerine yürüdü ve ayaklanan Kazıklı Voyvoda meselesini hâlletti.



Fâtih 1462’de Yayçe’nin fethiyle netîcelenen birinci Bosna Seferine çıktı. Aynı yıl Midilli Adasını fethetti. 1463’te Bosna’ya bir sefer daha yaptı. Ertesi yıl tekrar Bosna üzerine gitti. 1466’da Karaman Seferine çıktı. Aynı yıl Arnavutluk üzerine yürüdü. 146667’de Arnavutluk üzerine bir sefer daha yaptı.



Bu ardı kesilmeyen seferlerde Fâtih bir taraftan büyük devlet fikrini gerçekleştirecek tedbirler almış diğer taraftan da cihanşümûl hâkimiyet fikrini benimsemişti. Bunun için Tuna’nın güneyinde ve FıratToroslar sınırının batısında Osmanlı Devleti'ne katılmayan hiçbir yer bırakmamak Karadeniz’i ve Ege denizini birer Türk gölü yapmak Venedik donanmasını geçerek deniz kuvvetlerini de kara ordusu gibi dünyânın birinci kuvveti hâline getirmek ve bu işleri tamâmen gerçekleştirdikten sonra İtalya’yı fethetmek istiyordu. Bu plân artık dünyâca bilinmeye başlanmıştı. Bu projeye karşı yalnız bütün Avrupa değil Türkiye’nin doğusundaki komşuları da karşı çıktılar. Bu şekilde Osmanlı Devletine karşı bir ittifak meydana getirildi ve uzun süren savaşlar başladı.



Bu büyük savaşlarda Osmanlıların karşısında yer alan büyük devletler; Akkoyunlular Venedik Macaristan Almanya Polonya Kastilya Aragon ve Napoli idi. Fâtih dehâsı ile bu ittifaka karşı koymasını bildi. Düşmanlarını bâzen teker teker bâzen ikişer üçer bâzen beşer onar yenerek bu büyük savaşlardan da gâlip çıktı. Böylece Türk Cihan İmparatorluğunun temelleri sağlamlaştırılmış oldu. Dünyânın Osmanlı Devleti karşısında âciz kaldığı ortaya çıktı. Venedik’in deniz üstünlüğü târihe karıştı. Böylece dünyâ Hıristiyanlığının iki mühim dayanağından Bizans’ı yıkıp Venedik’i sindirmiş oldu.



Uzun süren bu büyük savaşlar 1463’te Fâtih tarafından başlatıldı. Venedik Cumhuriyeti Osmanlılara savaş îlân etti. Macaristan da Venedik’in yanında savaşa girdi. Kısa zamanda Osmanlılara karşı savaşa girenlerin sayısı arttı. Her cephede düşmanı yıpratan diplomatik yollarla bezdiren Fâtih 1470 yazında ordu ve donanması ile Eğriboz Adasına yöneldi. Venedik’in Batı Ege’deki bu alınmaz dedikleri üssünü fethetti. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan Avrupalıların Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayınca Tokat’a hücum ederek burada bir cephe açtı kuvveti bölmeye çalıştı. 18 Ağustos 1472’de Şehzâde Mustafa Akkoyunlu ordusunu yenerek işgâl edilen Osmanlı topraklarını kurtardı. Fâtih 11 Nisan 1473’te Üsküdar’dan hareket etti. 11 Ağustosta Erzincan yakınlarında Otlukbeli’nde Akkoyunlu ordusunu yendi.



Fâtih’in akıncı kuvvetleri Venedik varoşlarına Almanya içlerine kadar seferler düzenleyerek Avrupa’yı alt üst ettiler. 23. seferini Boğdan 24.sünü 1476’da Macaristan üzerine yaptı. Pâdişah 1478’de Üçüncü Arnavutluk Seferine çıktı. Kırım Hanlığı Osmanlı birliğine katıldı. 1480’de üçüncü Rodos Kuşatması netîce vermedi. İyonya Adalarını aldıktan sonra donanmayı İtalya’ya gönderdi. Temmuz 1480’de Otranto’yu fethettirdi.



1481 senesi ilkbaharında Fâtih Sultan Mehmed 300.000 kişilik bir ordunun başında olduğu hâlde sefere çıktı. 27 Nisan 1481 Cumâ günü kapıkulu askerleriyle Üsküdar’a geçti. Pâdişah Üsküdar’a geçtiğinde hasta olduğu için birkaç gün dinlendi. Daha sonra araba ile hareket etti. Gebze yakınlarındaki Tekir Çayırı veya Hünkâr Çayırına geldiği zaman hastalığı arttı. Bunun üzerine hekimler tarafından konsültasyon yapılarak verilen ilâcın dozu arttırıldı. Fâtih’in özel doktoru Yâkub Paşa isminde bir Yahûdi dönmesiydi. Venedikliler Fâtih’in zehirlenmesi karşılığında bu dönme Paşa’ya büyük bir servet vâdetmişler Yâkub Paşa da bu işi gerçekleştirmişti. Fâtih zehirlendiğini anladığı zaman iş işten geçmişti. Birden bire müthiş sancılar başladı ve 3 Mayıs 1481 Perşembe günü öğleden sonra saat dörtte 49 yaşında iken vefât etti. Fâtih’in ölümü bir müddet halktan ve askerden saklandı. Ölüm hâdisesi duyulunca Sultan’ın bir zehirlenme olayına mâruz kaldığı anlaşıldı ve Yâkub Paşa asker tarafından parçalanarak öldürüldü.



Fâtih’in ölümü Türk milletini büyük mâteme gark etti. Ölüm haberi Roma’ya ulaşınca İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı. Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp şükür âyini yapılmasını emretti.



Fâtih’in nâşı İstanbul’a nakledilerek Muhyiddîn Şeyh Vefâ hazretleri tarafından kıldırılan cenâze namazından sonra İstanbul’da yaptırdığı Fâtih Câmiinin bahçesine defnedildi. Daha sonra üzerine türbe inşâ edildi.



Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu kırmızı beyaz yüzlü dolgun vücutlu sakalları altın telleri gibi kalın yanakları dolgun kolları kuvvetli burnunun ucu hafif kıvrık saçı siyah ve sık olup kuvvetli bir fizîkî yapıya sâhipti. Londra’da National Gallery’de Fâtih Sultan Mehmed’in bir portresi bulunmaktadır. Bu portrenin Centile Bellini tarafından yapıldığı delil olmadığı hâlde iddiâ edilmektedir. Hâlbuki National Gallery’de bu portreyle ilgili dosyadaki bilgilerden anlaşıldığına göre her şeyden önce portre üzerindeki Centile Bellini adı kesin olarak okunamamıştır. Ayrıca Bellini’nin İstanbul’a gelip Topkapı Sarayı için manzara resimleri yaptığı bilinmekle berâber Pâdişah’ı gördüğü de belli değildir.



Türk târihi sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihângirlerle doludur. Fâtih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o kılıçla keşfi yan yana yürütmüş çağ açıp çağ kapatmıştır. İstanbul’u bütün ganîmetleri içinde firûze bir yüzük taşı gibi parmağında taşımış bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştır. Onun için asırlar boyu her cephesiyle yazılmış çizilmiş hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir. Tedkîk edildikçe derinleşen derinleştikçe deryâlaşan bu cihângirin sayısız vasıflarından bâzıları şunlardır:



Fâtih Sultan Mehmed soğuk kanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misâlini Belgrad Muhâsarası sırasında askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına girerek gösterdi. İstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize sürmesi bu cesâretinin büyük örneğidir.



Ne istediğini ne yapacağını ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için gerekli tedbirleri yorulmak bilmeyen bir azim sabır ve sükûnetle hazırlayan bir insandı.



Çok merhametli ve müsâmahalıydı. Kendisine elli gün mukâvemet eden birçok Müslümanın şehid edilmesine sebep olan İstanbul şehri ve onun sâkinleri hakkında gösterdiği merhamet aklın alamayacağı genişliktedir. Hâlbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan zaptettiği şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fâtih vicdan hürriyetine büyük kıymet verirdi. İstanbul’a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul patriğini yerden kaldırmakla âlicenaplığını gösteren cihângîr şu sözlerle patriği tesellî etti: “Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed hepinize söylüyorum ki: Şu andan itibâren artık ne hayâtınız ne de hürriyetiniz husûsunda gazâbı şâhânemden korkmayınız!”



Fâtih gayrimüslim tebaasının din ve mezheplerine aslâ dokunmadı herkesi vicdânî inanışında serbest bıraktı. Fâtih İstanbul’un îmârında ücret karşılığında daha çok Rum esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını sağladı. Bu müsâmaha o devir dünyâsının hâyâlinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi.



Batılıların iddiâlarına göre şehre giren Türkler mâbedleri yıkmışlar veya yakmışlar hiçbir şey bırakmamışlardır. Hâlbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar surlarda açılan gediklerin tâmirinde kullanılmak üzere yüzden ziyâde kilise yıkmışlardır. Öyle ki Fâtih Sultan Mehmed Ayasofya’yı yakından seyrederken bir yeniçeri neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce mâni oldu ve; “Size malca alınacak şeylere izin vermiştim mülk ise benimdir demiştim” diyerek yeniçeriyi şiddetli bir şekilde cezâlandırmıştır.



Askerî ve siyâsi sâhada eşsiz bir dehâ idi. Askerî alanda başarısının ilk özelliği kılıçla kalemin işbirliğidir.Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizliği ve buna sebep olan subayları şiddetli bir şekilde cezâlandırırdı. Ordusunu plânsız düzensiz hareket ettirmez mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarının yer yer ada ada yapmış oldukları akınlarını plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini sistemli bir idârecilik şuûruyla istikrarlı yerleşmiş bir devlet yaptı. Otuz senelik saltanat devresinde düzenlediği küçük büyük seferler memleketin coğrafî işbirliğini sağlamaya dayanır. Bu gâyeye ulaşmak için de at geçmez kayalıklardan geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptığından nereye gitmesi nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket etti. Yapacağı seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini sağlamak için aylarca bu seferin bütün teferruâtını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse o devletin iç ve dış münâsebetlerini zaaflarını kuvvetini diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı. Yapacağı seferlerden en yakınlarına bile haber vermez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem onu yolar atarım” sözü meşhurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeplerinden sayardı. Nitekim böyle hareket etmesinin netîcesinde İsfendiyâr Beyliği ve Trabzon Rum İmparatorluğunu kolayca ele geçirdi.



Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene Asya ve Avrupa’da bâzen birkaç cephede beş on hattâ daha fazla devletle birden harp hâlinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda düşmanlarının kuvvetlerini bölmenin siyâsî müzâkereler vaatler ve geçici tâvizlerle müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını buldu. Rodos Adasının fethi için donanmayı hazırlarken zaman kazanmak için oyalama taktiğine girişerek şehzâde Cem’e bir mektup vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile birlikte Rodos’a gönderdi. Fâtih bu mektubunda hafif bir vergi karşılığında kendileriyle sulh ve sükûn içinde yaşayacaklarını bildiren diplomatça bir harekette bulundu.



Câsuslar bulundurduğu gibi Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzâkere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilâtına da sâhipti. Almanya’da yerlilerden elde edilmiş câsusları da vardı. İtalya ise son derece gizli ve dâimî bir Türk haber alma servisiyle örülüydü. Fâtih’in bu teşkilâtı sâyesinde düşmanlarından günü gününe haberi olur hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı.



Fâtih ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti. Ordunun silâhları birkaç senede yenilenir ve daha geliştirilmiş olanları eskilerinin yerine konurdu. Osmanlı donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih’tir. Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren ilk padişâhtır. Fâtih’ten önce top bütün dünyâda daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muhârebelerinde rol oynayacağı hiç düşünülmemişti. Fâtih bütün bunları akıl ederek o târihe kadar görülmeyen sayı ve çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını kendisi yaptı. Piyâdeye de öncesine nispetle büyük önem verdi. Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvârî ordusu olmaya devâm etmişse de yeniçeri ve azab gibi piyâde sınıfları Fâtih devrinde önem kazandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder