21 Ocak 2014 Salı

Osmanlı Devleti Ve Azınlıklar

Osmanlı Devleti ve Azınlıklar



İslam Dini gayri müslimlere Medine döneminden itibaren çeşitli haklar vermiştir. Asrı saadet döneminden itibaren, müslümanların hakimiyeti altında yaşamayı kabul eden gayri müslimlerin canları, malları teminat altına alınmış ve onlara dinlerini serbestçe yaşama ve uygulama imkanı sağlanmıştır. Bu uygulama ve hoşgörü içerisinde onlar, İslam toplumunda önemli görevler üstlenmişler ve devlet idaresine yakın olmuşlardır. Kaynaklar, Emeviler döneminde Hristiyan ve Müslüman bilginlerin halife huzurunda yapılan münazaralarını nakletmişlerdir.(1)

Müslümanlar, fethettikleri bölgelerde İslam’ın ilk gününden itibaren bu adil uygulamalarını devam ettirmişlerdir. Bu uygulamalar sebebiyle, Türklerin Anadolu topraklarına ilk girdiği dönemlerde Bizanslıların baskı ve zulümlerine maruz kalan Ermeni ve Süryanilerin, Türklerin hakimiyetini arzuladıklarını kaynaklar bildirmiştir.(2)

Anadolu toprakları üzerinde 600 yıldan daha fazla bir süre hüküm sürmüş olan Osmanlı Devleti’nin gayri müslimlerle ilgili uygulamaları da dinin taşıdığı misyon içerisinde olmuştur. Osmanlı Devleti Yüzyıllar boyunca bünyesinde farklı din ve mezheplere mensup olan insanları barındırmış, bunları asimile etmeye çalışmamış ve ana bünyeye uyumlu hale getirmiştir.

Osmanlı Devleti‘nin kuruluş devresinden itibaren sergilediği adalet ve dini müsamaha Rumların dikkatini çekmiştir. Bu sebeple, Rumlar ve yavaş yavaş topraklarına hakim olan Türkler arasında dostluk oluşmaya, ilişkiler gelişmeye başlamıştır. Nitekim Orhan Gazi’nin Bursa fethinde şehrin teslim sebebine cevap olarak “Sizin devletinizin günden güne yükseldiğini ve bizim devrimizin geçtiğini anladık; Babanızın idaresine geçen köylülerin memnun kalıp bir daha bizi anmadıklarını gördük ve biz bu rahatlığa heves ettik” dedikleri rivayet, edilmiştir.(3)

Osmanlı Devleti’nin, kuruluşundan itibaren Rumlara karşı devam eden bu hoşgörüsü İstanbul’un fethi ile zirve noktaya tırmanmıştır. Fatih Sultan Mehmet şehri fethettikten sonra Ayasofya’ya gelmiş, şükür secdesi yapmış, secdeden doğrulunca kilisede bulunanların evlerine dönmesini, herkesin can, mal ve namusunun emniyet altına alındığını, iş ve sanatlarına da dönmelerini emretmiştir.(4)

Fatih daha sonra Ortodoks Rumlarını yeniden teşkilatlandırmış, II. Anastasios’un istifasından beri boş bulunan patriklik seçimi konusu ile ilgilenmiştir. Kilise Başkanları ve Ruhaniler toplanarak Gennadios’u Patrik seçmişlerdir.(5) Padişah, patrikhaneye ilk olarak Fatih Camii’nin bugün bulunduğu yer olan Havâriyyûn Kilisesi‘ni tahsis etmiştir. Patrikhane buradan, Çarşamba civarındaki Pammakaristos Manastırı‘na; daha sonra da Balat’taki Aya Dimitri Kilisesi’ne taşınmış ve bu tarihten sonra da Fener adını almıştır. Patrikhane, 1602 tarihinde bugün bulunduğu Haliç kenarındaki Aya Yorgi Manastırı‘na taşınmıştır.(6)

Fatih, seçiminden sonra Patrik’e Millet başı unvanı vermiş ve patrikhaneyi Bizans dönemindeki gücünün üzerine çıkarmıştır.(7) Bu imtiyazları, bir fermanla da teyit etmiştir, “Kimse Patrik’e tahakküm etmesin, kim olursa olsun hiçbir kimse kendisine ilişmesin, kendisi ve maiyetinde bulunan papazlar her türlü hizmetlerden müebbeden muaf olsun, kiliseleri, camiye tahvil edilmeyecektir. İzdivaç ve defin işleri sair adat işleri Rum kilise ve âdetlerine göre eskisi gibi yapılacaktır.” ibarelerini içeren bu ferman, patriğin dini hizmetlerini yerine getirmesi şartıyla tahta çıkan her yeni padişah tarafından da yenilenmiştir.(8 )

Ortodoks Hrıstiyan tebaya, Fatih tarafından verilen bu imtiyazlar patrikhaneyi devlet içinde bir devlet konumuna getirmiştir. Patrikhane‘ye diğer sultanlar döneminde de kısıtlama getirilmemiş ve bu imtiyazlar Tanzimat Fermanı ile daha da genişletilmiştir.(9)

Osmanlı Devleti Yahudi tebaasına karşı da aynı yakınlığı göstermiştir. Fatih Patrikhane işlerini düzene koyduğu gibi; Yahudilerin dini düzenlemelerini de yapmıştır. Bizans döneminde Hahambaşı olan Moşe Kapsali’yi Yahudilerin dini ve sosyal işlerinde yetkili kılmıştır.(10)

Osmanlıların Yahudilerle yakın teması Bursa’nın fethinden sonra başlamıştır. Öteden beri zulüm ve işkence içinde yaşayan bu insanlar, önce korku ile şehri terk etmişler, daha sonra Türkler’in adalet ve hoşgörüsünü görünce geri dönmüşlerdir. Edirne’nin fethi ile büyük bir Yahudi kalabalığı Osmanlı ile tanışmıştır. Edirne, Trakya Yahudilerinin; Selanik ise Makedonya Yahudilerinin dini ve ticari merkezi durumuna gelmiştir.(11)

Endülüs’ün son şehri olan Granada’nın düşmesinden sonra İspanya Kralı Ferdinand ülkesindeki Yahudileri kovmaya karar vermiş, bunun üzerine 200.000 İspanyol Yahudisi İspanya’yı terk etmiştir. İspanya’dan sürgün edilen bu Yahudilere Osmanlı kucak açmıştır. Osmanlı’ya sığınan bu Yahudiler, İstanbul, Edirne ve özellikle de Selanik’e yerleştirilmişlerdir. Daha sonra Sicilya Yahudileri de yaşadıkları topraklarından sürülmüş, bunlar da Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiştir.(12)

Bu dönemde, Osmanlı Devleti‘ne sığınan Yahudiler burada geniş müsamaha ve hoşgörü ortamı bulmuşlardır. Yahudilerin Osmanlı idaresinde gördükleri yakın ilgi ve samimiyeti Yahudi tarihçisi Galanti şu şekilde dile getirmiştir. “Türklerin gelişi bir sülalenin değişmesi değil, onlar (Yahudiler) için bir vaziyetin değişmesi idi. Yahudiler, zulmetten nura, esaretten hürriyete kavuşmuşlardır. Yahudiler, Türklere yalnız galip ve toprağın efendisi nazarıyle değil, kendi dinleriyle yakınlığı olan kardeş nazarıyla bakmışlardır.”(13)

Yahudiler, Osmanlı Devleti içinde her sahada aktif faaliyet içinde olmuşlardır. Sarayda doktor, sermayedâr ve bankacı gibi özelliklerle nüfuz elde etmişlerdir.(14) Kanuni Sultan Süleyman devrinde Ya’sef Nassı’nın saraya bağlanması ile başlayan Yahudi nüfuzu sonraları daha da artmış, ticaret, gümrük ve iltizan işleri Yahudilerin ellerine geçmiştir.(15)

Osmanlı Devleti Yahudilere diğer dini gruplara olduğu gibi, dini inançlarını yaşama konusunda her türlü kolaylığı göstermiştir. Yöneticilerini kendileri seçmişler ve Yahudiliğin kurallarına bağlı olarak yaşamışlardır. Dini gün ve ayinlerini eksiksiz olarak icra etmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nde yer alan azınlıklardan Ermeniler de yine bu geniş müsamahadan paylarını almışlardır. Bizans tarafından yıllarca baskı altında tutulan Ermeniler, Türklerin hakimiyetinde rahat bir nefes almışlardır. Orhan Gazi Bursa’yı fethedince Kütahya’da yerleşmiş olan Ermenileri ve dini liderlerini Bursa’ya getirmiştir. Selçuklular döneminden itibaren Türklerin egemenliği altında yaşayan Ermeniler merkezi idareye boyun eğen bir tavır sergilemişlerdir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Bursa Bölgesi Metropoliti Piskopos Hovakim’i İstanbul’a çağırarak bir Ermeni Patrikliği kurmuştur. Hovakim’i İstanbul Ermeni Patriği olarak tayin eden Fatih, Süryanileri, Kıptileri, Gürcüleri, Kaldelileri ve Habeşlileri liderleriyle birlikte Ermeni Patrikliğine bağlayarak nüfzunu da artırmıştır.(16)

Ermeniler Türklerin hakimiyeti altında rahat ve sakin bir hayat sürmüşlerdir. Onların dini ve sosyal durumlarına müdahale edilmemiştir. Kendi mahkemelerini ve hapishanelerini kurmalarına izin verilmiştir. Askerlikten muaf tutulmuşlardır. Ticaret ve sanayi ile meşgul olmuşlar, şartları müsait olduğundan eğitim ve öğretime ağırlık vermişlerdir. Eğitim ve öğretim seviyesi yüksek olan Ermeniler sarayda önemli görevler üstlenmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nde bu bilgi verdiğimiz grupların dışında kalan, sayıları az olsa da cemaat teşkil eden diğer mezhep ve din mensuplarına da aynı haklar verilmiştir. İstanbul’da, Galata‘da varlıklarını devam ettiren Cenevizlilere, fethin akabinde bir ahitname verilmiştir. Bu ahitname ile katolik olan bu grup da din ve vicdan özgürlüğü dini inancının gereklerini yerine getirme hakkına sahip olmuştur. Bu ferman ayrıca, işlerine bakacak bir teşkilat kurmalarını ve kendilerine “cemaat vekili” seçme hakkını da bunlara vermiştir.(17)

Osmanlı Devleti kurulduğu günden yıkıldığı güne kadar, vatandaşı olan azınlıkların haklarına riayet etmiş ve onlara geniş imtiyazlar tanımıştır. Katolik Roma baskısına maruz kalan Rum Ortodoks Patriği’ni geniş yetkilerle koruması altına almış, engizisyondan kaçan Yahudilere kucak açmış ve Bizans baskısı altında inleyen Ermenilere İstanbul’da Patriklik kurdurarak temsil hakkı vermiştir. Bünyesinde varlığını devam ettiren diğer azınlıkların haklarını ve dini hayatlarını yaşamalarını garanti altına almıştır. Bu geniş müsamaha ve hoşgörü içerisinde anılan unsurları asimile etme gayesine girmeksizin barış içerisinde yıllarca yaşatmıştır.





(1) Mehmet AYDIN, Müslümanların Hristiyanlığa yazdığı Reddiyeler, Konya, 1989, 33.

(2) Abdurrahman KÜÇÜK, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara, 1997, 81.

(3) Osman TURAN, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1979, 524

(4) M. Süreyya ŞAHİN, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul, 1996, 50.

(5) ŞAHİN, 52; Adnan SOFUOĞLU, Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, İstanbul, 1996, 14.

(6) Bkz. ŞAHİN, 5759.

(7) Bkz. ŞAHİN, 59, 60.

(8 ) A. SOFUOĞLU, 15.

(9) Bkz. ŞAHİN, 76.

(10) A. Hikmet EROĞLU, Osmanlı Devleti’nde Yahudiler, Ankara, 1997, 108.

(11) Bkz. Abdurrahman KÜÇÜK, Dönmeler Tarihi, Ankara, 1992, 7071

(12) Bkz.EROĞLU, 118119.

(13) Bkz.Dönmeler Tarihi, 71.

(14) Bkz.Osman TURAN, 534.

(15) Bkz.Dönmeler Tarihi, 104.

(16) Ermeni Kilisesi, 86.

(17) İlknur Polat HAYDAROĞLU, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ankara, 19[/b]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder