21 Ocak 2014 Salı

Mukaddes Emanetler

MUKADDES EMANETLER





Osmanlı padişahlarının pek çoğu velayetten hissedar olmuşlardır. Pek çoğu manevî işaret ve beşaret ile de müşerref olmuşlardır. Bu işaretlerden birisi de Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferi için vâki olmuştur:

Yavuz Sultan Selim Han, geceleri pek uyumayıp vaktini kitap okuyarak veya nedimi Hasan Can ile sohbet ederek geçirirdi. Hasan Can birkaç gündür uykusuz kalması sebebiyle bir gece sultanın hizmetine gelemeyip istirahata çekildi. Sultan Selim’e, o gece rüyasında, beklediği haberi Hasan isimli birinin vereceği söylendi. Sabah, Hasan Can huzura gelince Selim Han, Hasan Can’a nasıl bir rüya gördüğünü sordu. Hasan Can, kayda değer bir rüya görmediğini ifade edince Selim Han biraz da hiddetlenerek: “İnsan bütün gece uyur da bir rüya göremez mi? Çok acayip!” diye hayretini dile getirdi. Hasan Can mahcup bir şekilde huzurdan ayrıldı. Bir vesileyle Kapı ağası, Hasan Ağa’nın yanına varınca Hasan Ağa’yı gözleri yaşlı vaziyette buldu. Hatırını sordu. Hasan Ağa’nın, gördüğü rüyadan dolayı ağladığını öğrenince merakla rüyayı anlatmasını istedi. Hasan Ağa, gördüğü rüyayı şöyle anlattı:

“Bu gece, bu eşiğinde oturduğumuz kapıyı acele acele çaldılar. Ne haber var, diye ileri vardım. Gördüm ki kapı birazcık açılmış, dışarısı Arap sîmalı, nûranî, elleri silahlı ve sancaklı mükemmel insanlarla dolmuş. Ve kapı dibinde dört nûranî kimse durur; ellerinde birer sancak var. Kapıyı çalanın elinde padişahın ak sancağı var. Bana sordu:

Bilir misin biz niye gelmişiz?

Buyurun, dedim.

“Bu gördüğün insanlar Rasûlullah (SAV)’in ashabıdır. Bizi Hazreti Rasulûllah gönderip Selim Han’a selam etti ve buyurdu ki, ‘Kalkıp gelsin, Haremeyn’in hizmeti ona buyruldu.’ Ve bu dört kimseyi görürsün ki, bu Sıddîk azam, bu Ömeri Faruk, bu Osmanı Zî’nnureyn ve ben ki Ali bin Ebu Tâlib’im. Var Selim Han’a söyle.” dedi ve görünürden kayboldular. Tere gark oldum. Sabaha kadar kendimden geçmişim. Sabah namazı vakti uyandırdılar. Sırılsıklam olan elbiselerimi değiştirdim”

Hasan Can rüyayı dinleyince süratle padişahın yanına gitti ve:

“Hünkarım! Arzu ettiğiniz rüyayı bu Hasan kulunuz değil de başka bir Hasan kulunuz görmüştür” dedi ve rüyayı olduğu gibi anlattı. Dinledikçe yüzünde memnuniyetinin çizgileri beliren hünkar, Hasan Can’a şöyle dedi:

Hasan Can! Ben sana demez miydim ki biz hiçbir tarafa me’mur olmaksızın gitmeyiz. Ecdadımız velâyetten hissedar idi. Fakat biz onlara tam olarak benzeyemedik.

Bu manevî işaretten başka Hocazâde Mehmed Çelebi’nin divanda, bütün ehli sünnet ulemasının ve hâl ehli zevatın İslam riyasetinde Osmanlı’yı görmek istediğini ısrarla savunması ve Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’nin de Şia ile ittifak yapan Mısır emirleri üzerine harp için fetva vermesi ile Yavuz Sultan Selim Mısır seferine karar verdi.

İlk olarak Halep yakınlarındaki Mercidabık ovasında Memluk ordusu ile sabah karşılaşan Osmanlı kuvvetleri ikindiye doğru kesin galibiyet elde ettiler. Memluk hükümdarı Kansu Gavri de ölüler arasında idi. Savaşa Memluk ordusunun yanında gelen Abbasi halifesi III. Mütevekkil Alallah ile Mısır’ın meşhur âlimleri ve kadıları Yavuz’a teslim oldular. Yavuz da onlara çok fazla hürmet gösterdi, iltifat etti. Bu arada Memluklüler kendilerine Tomanbay’ı hükümdar seçmişler ve toparlanmaya başlamışlardı. Kahire’yi almadan Mısır seferinin yarım kalacağını ve elde edilen yerlerin de tekrar elden çıkacağını düşünen Selim Han, ilahî yardımlarla da desteklenerek o meşhur Sina çölünü on üç günde geçti. Ridaniye’de ikinci bir meydan muharebesinde Memluklüleri kesin bir yenilgiye daha uğrattı. Ardından da Kahire’yi alarak Mısır seferini tamamladı.

Siyasî açıdan pek fazla fonksiyon icra edemez hâle gelmiş bulunan Hilafet makamının Osmanlılara geçmesini İslam dünyası gönülden arzu ediyordu. Nitekim Osmanlılar ilayı kelimetullah için asırlarca mücadele etmişlerdi. Ayrıca Osmanlı padişahları âdil insanlardı. İşte bu sebepledir ki, halife III. Mütevekkil Alallah Ayasofya camiinde minbere çıkarak Yavuz’un hilafetini ilan etti. Abbasoğulları üzerinde bulunan hilafeti, Hanedanı Âli Osman’a tevdî ettiğini söyledikten sonra arkasındaki hil’ati çıkarıp, Yavuz Sultan Selim Han’a giydirdi.

Mısır seferinin, Osmanlı’ya hilafetin geçmesinden başka önemli bir sonucu daha olmuştur: Hicaz Emîri Ebu Numey, 6 Temmuz 1517 yılında Sultan Selim Han’a, Haremeyn’in anahtarlarıyla birlikte MUKADDES EMANETLER olarak bilinen, Peygamber Efendimize ait eşyaları merasimle tevdî etmiştir. Sultan Selim Hicaz bölgesinin hizmetinin kendisine tevdî edilmesine çok sevinmiş ve mübarek topraklara giden Sürre Alaylarına daha da fazla önem vermeye başlamıştır.

Yavuz S. Selim, Melik Müeyyed Camiinde kılınan Cuma namazında hatibin kendisini “Hâkimü’l Haremeyni’şŞerifeyn” yani “Mekke ve Medine’nin hâkimi” şeklinde vasıflandırmasına ıslak gözlerle itiraz etmiş ve hatibin sözlerini: “Yok yok! Bilakis Hadimü’l Haremeyn’iŞerifeyn” şeklinde yani “ Mekke ve Medine’nin hizmetkârı” olarak düzeltmiştir. Ardından caminin halısını kaldırarak çıplak toprağa şükür secdesi için kapanmıştır. Yavuz’un bu samimi davranışı için ünlü tarihçi Hammer şunları söyler: “İslam tarihinde diyanetperverliğin bu derece üstün başka bir misali daha bulunamaz dense yeridir”

Koca Sultan, ardından bu mübarek toprakların hizmetkârı olduğunu göstermek için sarığına süpürge biçiminde sorguç taktırdı. Ayrıca o mübarek yerlerin süpürgecilerinin maaşını devlet hazinesinden değil de kendi şahsî parasından verdi. Bununla Haremeyn’in süpürgecisi olduğunu göstermek istedi. Sonraki Osmanlı padişahları da bu âdeti devam ettirdi. Bu da gösteriyor ki, Osmanlı padişahlarının her biri bir Rasûlullah aşığıdır.

Topkapı Sarayı’nda üçüncü avlunun batı kısmında, Harem dairesinin kuzey ucunda “Has Oda” olarak adlandırılan yerde Mukaddes Emanetler muhafaza edilmektedir. Bu yere daha sonraları “Has Oda” yerine “Hırkai Saadet dairesi” de denilmiştir. Çünkü, mukaddes emanetlerin en kıymetlisi Peygamber Efendimiz (SAV)’in Kâb bin Züheyr’e vermiş olduğu mübarek hırkasıdır. Kâb bin Züheyr İslamiyet’i kabul etmemiş bir müşrik iken müslüman olan kardeşi Büceyr’i ve Hz. Peygamberi bir şiirle hicvetmiş; daha sonra bu hareketinin başına iş açacağından korkarak kaçmaya başlamıştır. Kardeşi Büceyr, Kâb’a gönderdiği haberde, kendisini kaçışın değil, ancak Hz. Peygamber’in affına sığınmanın kurtaracağını söylemesi üzerine Kâb bin Züheyr, Resûlullah Efendimiz için “Bânet Suad” diye başlayan o mükemmel kasidesini yazmış, Medine’ye gelip Rasûlullah Efendimizin huzurunda okumuştur. Kâb, kasidesinin: “Muhakkak ki Allah’ın elçisi, Allah’ın nuruyla hak ve hidayete ulaşılan keskin kılıçlardan bir kılıçtır” beytini okuyunca Rasûlullah Efendimiz son derece duygulanmış ve “bürde” denilen çizgili Yemen hırkasını şâire hediye etmiştir. İşte Topkapı sarayındaki mübarek hırka bu hırkadır. Rasûlullah Efendimizin Veysel Karani hazretlerine hediye olarak gönderdikleri hırka da İstanbul’da olup, o da Fatih semtindeki “Hırkai Şerif” camiinde muhafaza edilmektedir. Her iki hırka da Ramazan’ın on beşinde ziyarete açılmaktadır.

Topkapı Sarayı’ndaki diğer mukaddes emanetler şunlardır:

1. Dendânı Saadet: Resûlullah Efendimizin Uhut Savaşında kırılan mübarek dişleridir.

2. Livâi Saadet: Rasûlullah Efendimizin sancağıdır.

3. Lihyei Saadet: Rasûlullah Efendimizin mübarek sakalı şerifleridir. Bir çok sakalı şerif mevcuttur.

4. Kademi Saadet: Rasûlullah Efendimizin ayak izleridir. Bunlar altı tanedir. Abdülmecid zamanında Trablusgarp tarafından getirtilen ve som altından bir çerçeve ve kapak içinde olan ayak izinin Peygamberimizin Miraç yolculuğuna çıkarken bastıkları taş olduğu rivayet edilmektedir.

5. Mühri Saadet: Peygamberimizin üzerinde kûfi hatla “Muhammed Resûlullah” yazan mührüdür.

6. Nâmei Saadet: Peygamber Efendimizin yazdırmış olduğu mektuplarıdır.

7. Süyûfu Mübarek: Peygamberimiz (SAV)’in iki adet kılıcı da Topkapı sarayındadır. Hırkai Saâdet dâiresinde yirmi kadar kılıç bulunmaktadır. Diğer kılıçlardan biri Hz. Davud (a.s.)’a aittir. Geri kalan kılıçlar ise Ashabı Kiram hazerâtınındır.

8. Peygamber Efendimiz’in yayı, nalinleri, teyemmüm taşı ve su içtiği kâse de Topkapı sarayında bulunmaktadır.

Diğer Peygamberlere ait eşyalar da Topkapı Sarayındadır. Hz. Musa’ya ve Hz. Şuayb’a ait olan birer âsa, Hz. İbrahim’e ait bir kazan, Hz. Nuh’un tenceresi, Hz. Yusuf’un gömleği de sergilenmektedir. Ayrıca Sahabei Kiram Efendilerimize ait bir takım eşyalar da vardır.

Şüphesiz Kutsal Emanetlerin en değerlilerinden biri de Hz. Osman(r.a) şehit edilirken okuduğu Kur’anı Kerim’dir.

Bunların dışında, Kabei Muazzama’ya ait mübarek parçalar yenilenince eskileri Topkapı Sarayına getirilmiştir. Bunlar; Altınoluk, Haceri Esved çerçeveleri, Babı Tövbe denilen Kabe’nin kapısı, Kabe’nin anahtar ve kilitleridir.

Yavuz Sultan Selim Han kutsal emanetleri Topkapı Sarayına getirince, sarayın Hırkai Saadet dairesinde itina ile saklanmaya başlanmıştır. Ayrıca Yavuz Sultan Selim kırk hafız tayin etmiş, bu hafızlar Hırkai Saadet dairesinde saat başı nöbetleşerek ve fakat bir dakika bile ara vermeksizin Kur’anı Kerim tilavet etmişlerdir. Bir rivayete göre, kırkıncı hafız da Yavuz Sultan Selim Han’ın kendisidir. Bu güzel âdet, 1517 yılından 1924 yılının Mart ayına kadar devam etmiştir.

Tarihe baktığımızda Osmanlı’dan başka 623 yıl yaşamış bir ikinci devlet yoktur. Bir tek Roma İmparatorluğu vardır ki o da kesik kesik gelmiştir. Osmanlı Devletinin bu kadar uzun ömürlü olmasının en önemli sebebi hiç şüphesiz Osmanlı insanının Kur’an’a ve Rasûlullah Efendimize olan hürmet ve bağlılığıdır. Zira, tarih şahittir ki, Kur’an’a sarılan toplumlar âbad olurken, Kur’an’dan uzaklaşan toplumlar berbat olmuştur. Osman Gazi’nin Kur’an bulunan bir odada ayağını uzatarak uyumaması, Yavuz Sultan Selim Han’ın kutsal emanetlere hürmeten kesintisiz Kur’anı Kerim tilavet ettirmesi, Kur’an’a hürmetin ne güzel misalleridir. Osmanlı padişahları, Mekke ve Medine’den gelen mektupları abdestli olarak, kıbleye müteveccih ve ayakta dinlerlerdi. Ağır hasta olmalarına rağmen mübarek beldelerden gelen mektuplar için zorla doğrulup, yine de bu edebe riayet eden padişahlar olmuştur. I. Ahmed, Peygamber Efendimizin ayak izinin küçük bir maketini yaptırmış ve bu maketi başındaki kavuğuna yerleştirmiştir. Selim Han’dan itibaren bütün padişahlar, her biri bir cihan padişahı olmasına rağmen kendilerini, Haremeyn’in süpürgecisi olarak telakki etmişlerdir. Bu bilinci zihinlerinde canlı tutmak için de sarıklarına süpürge sorgucu takmışlardır. Padişahından en alttaki tebasına kadar Kur’an’a ve Efendimize hürmetin sayısız örneğini gösteren Osmanlı insanı, Rasûlullah Efendimizin adı anıldığı zaman elini göğsüne götürerek salavat getirmiştir. Kur’an’a da haşyet ve edep ile yaklaşmışlar, Kur’an’ı asla belden aşağı tutmamışlar, sayfalarını haşur huşur çevirmeyip kendilerinden sonra gelen nesillerin de istifadesine sunmuşlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder