21 Ocak 2014 Salı

Doğu Türkistan’da Osmanlı Izleri

Doğu Türkistan’da Osmanlı İzleri



Bu zincirleri kıracak, bu kafesten çıkacağız. Küresel çağda kendimiz olabilmek ve kendimiz kalabilmek için mecburuz buna. Bir yüzümüz olması ve bu yüzün yerinde kalması için mecburuz. Geleceği olan bir ülke ve toplum olabilmek için mecburuz.



Beyinlerimize öylesine kolu kanadı budanmış, zavallı ve aciz hale getirilmiş bir tarih ‘kakalanmış’ ki, bu büyük atlasın neresine dokunsam, kucağıma adeta hazineler yağıyor. O zaman da, ‘Şu sararmış resimdeki acûzeden işbu yiğitlik destanları nasıl sâdır olabildi?’ diye derin düşüncelere dalıyorum ister istemez. Mevcut algı kapasitemizi fersah fersah aşan ve havsalamıza sığmamakta direnen bu “büyük resmi” anlamakta ve anlatmakta ne kadar zorluk çektiğimi sizler de fark ediyorsunuzdur.



Barbaros’un Fransa’daki Toulon’u küçük bir Osmanlı şehri haline getirişini veya Macaristan’daki Osmanlı müderrislerinin entelektüel kapasitelerini görmüştük daha önce. Şimdi AB rüyasından uyanıp gözlerimizi bu defa ışığın geldiği canibe, yani Doğu’ya çevirelim ve yıkıldı yıkılıyor denildiği bir çağda Osmanlı misyonunun Pasifik sahillerine nasıl dayandığına şahit olalım. Bakalım, çöken şey, Osmanlı mıdır yoksa düşünme kapasitemiz mi?



Yıllardan 1873, aylardan Haziran’dır. Doğu Türkistan’ı Çin istilasından kurtarmak için destansı bir mücadeleye girişen Yakup Han, yeğeni Hoca Töre’yi İstanbul’a elçi olarak gönderir. Hoca Töre, elinde Farsça bir mektupla huzura alınır. Mektupta, Yakup Han’ın, yeryüzündeki Müslümanların koruyucusu olan padişahın engin kanatları altına sığınmaya geldiklerini belirten sözleri, Abdülaziz’in duygulu dünyasında yankılanmakta gecikmemiştir. Nitekim elçinin, mektubu okuduktan sonra sözlü olarak ülkesinin içinde bulunduğu vahim durumu anlatması ve askerî yardım talebinde bulunması üzerine Abdülaziz’in direktifiyle derhal yardım hazırlıklarına başlanır. Dünyada nerede mazlum bir halk varsa, Osmanlı’nın gönlü ve eli oradadır. Hele ki bu halk, Müslüman’sa. Ta Kaşgar’dan kalkıp gelmiş bu mazlum heyetin mi yardım talebini karşılıksız bırakacaktır Osmanlı?



Derhal harekete geçilir ve Tophane Müşiri Ali Said Paşa ile Umum Fabrikalar Nazırı Seyyid Paşa, yardım işini organize etmekle görevlendirilir. İmkânlar mimkânlar önemli değildir. Her şey, bir Müslüman’ın bir nefes daha fazla alabilmesi içindir. Sonunda ‘yardım paketi’ açıklanır: Bütün alet edevatıyla birlikte 6 adet Krupp topu, bin adedi kullanılmış, bin adedi ise yeni olmak üzere toplam 2 bin tüfek ile kapsül ve barut imaline mahsus tezgâh ve diğer aletler. İyi de bu aletleri kimler ve nasıl kullanacaktır? Bu da düşünülmüştür elbet. Mermi imal etmeyi bilmeyen ve hayatlarında ilk defa top kullanacak olan Doğu Türkistanlılara yardımcı olmak ve onları, nizamî bir savaşa hazırlamak için 4 muvazzaf, 4 de emekli subay, Enderunlu Murad Efendi’nin başkanlığında Kaşgar’a gönderilecektir. Adları tarihimize altın harflerle yazılması gereken bu subaylarımızdan 4’ünü biliyoruz: İstihkâm Subayı Ali Kâzım, Piyade Subayı Mehmed Yusuf, Süvari Subayı Çerkes Yusuf ve Topçu Subayı İsmail Hakkı beyler.



Elçi Hoca Töre’yle birlikte yola düşen bu Osmanlı savaş timini taşıyan gemi, Süveyş Kanalı’ndan geçerek Hint Okyanusu’na açılmış ve Hindistan’ın Bombay şehrinde karaya çıkmıştır. Heyet, İngilizlerin çıkarttığı bin bir zorluk ve eziyeti güç bela atlattıktan sonra Kaşgar’a varmış ve Müslümanların sevgi gösterileri ve gözyaşları arasında şehre girmiştir. Yakup Han’ın 100 pare top atışıyla selamladığı Osmanlı yardım heyeti, bu gelişiyle Orta Asya İslam alemine adeta yeni bir hayat aşılamıştır. Doğu Türkistan’a gönderilen Türk bayrağı, Kaşgar semalarında dalgalanmakta, hutbe Osmanlı padişahı adına okutulmakta ve basılan paralarda Osmanlı hâkimiyeti açıkça belirtilmektedir.



Yardım ile birlikte ülkesinin Osmanlı Devleti'nin himayesine alınmasını isteyen Kaşgar hanı Yakup Han ise, Ekim 1872 (Şaban 1289) tarihli Farsça mektubunda özetle şöyle demişti:



"Duyduğumuza göre, bütün Müslümanların halifesi olarak zatı şahaneniz, himmetinizi İslam 'ın hayrına sarf etmektesiniz. Bu arada biz de sizlere niyazda bulunmayı ganimet bilerek yüce katı¬nızda kulluğumuzun kabulü ümidiyle bu mektubu göndermeye cüret ettik. Biz acizlerini de himaye ettiğiniz kullarınız arasına dâhil ile kapınızda hizmet edenlere ilave buyurunuz ki bu vesileyle bizim de başımız dik olsun... Diğer hususlar için elçimiz E'sseyid Yakup Efendi şifahi takririne havale olunmuştur... "



16 Haziran 1873 Çarşamba günü padişahın huzuruna kabul edilen Yakup Han'ın elçisi Seyyid Yakup, ülkesinin sorunlarını de¬taylı bir şekilde anlatarak, özellikle askeri açıdan Osmanlı Devleti'nden yardım rica etti. Padişahın emri üzerine, Osmanlı hüküme¬ti, Yakup Han'ın biat ve elçisinin yardım için yaptıkları müracaat¬ları görüşerek kabul etti. Osmanlı hükümeti bu kararından sonra Sadaretin (Başbakanlığın) emriyle Kaşgar elçisinin istekleri bizzat Tophane Müşiri Ali Said Paşa ve Umum Fabrikalar Nazırı Seyyid Paşa tarafından yerine getirildi. Kaşgar hükümdarına bütün aletle¬riyle 6 adet Krupp topu, 1000 adet eski ve 200 adet de yeni yapı tü¬fek ile mermi ve barut imal vasıtaları ve ustaları gönderildi. Ayrıca, Kaşgar ordusunu eğitmek için istihkâm subayı Ali Kazım Bey, pi¬yade subayı Mehmet Yusuf Bey, süvari subayı Çerkez Yusuf Bey ve topçu subayı İsmail Hakkı Bey ile dört emekli subayın, Ende¬run'dan Murat Efendi'nin başkanlığında Kaşgar'a gönderilmesine karar verildi. Yakup Han'a ise bazı hediyeler ile birlikte birinci rüt¬beden murassa nişanı Osmani ve kılıç ve sancak gönderilmesi kararlaştırıldı. Bu hediyeleri ve yardımları ihtiva eden bir Namei Hümayun da Yakup Han'a yazıldı.



Osmanlı Devleti'nin Kaşgar'a yolladığı heyet, önce Seddül Bahir vapuruyla yola çıkmış; ancak bu vapurun Kızıl Deniz'de bo¬zulması üzerine bir başka vapurla Hindistan'ın Bombay şehrine gelmiş, oradan da İngiliz kontrolündeki topraklardan geçerek Kaş¬gar'a ulaşmıştır. Osmanlı heyetini Yakup Han 100 pare top atışıyla karşılamıştır. Namei Hümayun'u aldıktan sonra Yakup Han, hâki¬miyeti altında bulunan bütün yerlerde hutbeleri Sultan Abdülaziz adına okutmaya ve paraları da onun adına bastırmaya başlamıştır. Yakup Han, Osmanlı Devleti'nin kendisine verdiği Emir unvanını kullanmaya başlamıştır. Kaşgar Emiri Yakup Han, Osmanlı Devle¬ti'nin yaptığı yardıma ve iltifata teşekkür için 7 Nisan 1875 tarihin¬de İstanbul'a gönderdiği mektubunda özetle şöyle demiştir:



"Lütfedip Halifemizin göndermiş bulunduğunuz Namei Hü¬mayun, hediyeler ve askeri yardım buraya ulaşarak, halkta büyük sevinç yaratmıştır. Ben de ömrüm oldukça hilafetpenahilerine du¬acıyım. Vereceğiniz her türlü emri yerine getirmek için hazırım. Bü¬yük ihsanlarınız bütün Orta Asya islam dünyasına yeni bir hayat vermiştir. Herkes zatı âlilerine tebaiyet arzusu ile doludur. Ümit ederim ki, kısa zamanda bütün Orta Asya Darülhilafe ile temasa geçerler ve bu suretle dünya ve din işlerinin en yüksek ve en temiz vazifesi olan İslam birliği ortaya çıkmış olur. Şu anda aciz bende¬leri Devleti Aliyye 'nin sancağını açmış, hutbeyi ve sikkeyi namını¬za ortaya koymuş bir vaziyette size karşı vacip olan borcumu yeri¬ne getirmeye çalışıyorum. Askerin eğitilmesi ve yetiştirilmesi husu¬sunda bütün gayreti sarf etmekteyim. İnşallah yakında büyük bir te¬rakki görülecektir... "



Açıklama:



1. Kaşgar hükümdarı Atalık Gâzi Yakup Bey Bedevlet , İslâm halîfesi Sultan Abdülaziz Hân'a tebâîyetini bildirmiştir. Bu isteğin Han tarafından uygun karşılandığı Atalık Gâzi Yakup Bey Bedevlet’e bildirilince, Yakup Bey, Sultân adına hutbe okutmak ve onun adına para basmak sûretiyle resmen Osmanlı İmparatorluk hükümetinin himâyesine girmiştir.



2. Osmanlı Hükümeti 1922’de yerini cumhuriyet hükümetlerine bırakmıştır. Cumhuriyet hükümetleri günahıyla, sevabıyla Osmanlı hükümetinin resmî vârisidir. Gazi Yakup Bey’in kurduğu hükümet de tevarüs edilen mirasın bir parçasıdır.



3. Gazi Yakup Bey’in kurduğu bağımsız Türk hükümeti, Uluğ Türkistan’ın bir parçası olan Doğu Türkistan toprakları üzerinde kurulmuştur. Bu toprakların mülkiyeti bugün dahi, Türkiye Cumhuriyeti’ne aittir. Ayrıca bugün bu topraklar üzerinde yaşayan Uygur Türklerinin hakları, hukukları, ırzları, namusları, hürriyetleri de Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinden sorulur. Türkiye Cumhuriyeti mülküne sahip çıkmak mecburiyetindedir.



4. Numarası kaç olursa olsun, hiçbir cumhuriyet hükümeti millî mirasını, hükümet ettiği millete danışmadan bir başka devlete hibe veyâ devredemez, öz yurdunu işgâl altında tutan bir başka milletin devlet başkanına Türkiye Cumhûriyeti’nin devlet nişânını kendi malıymışçasına veremez.



5. Kendisinden önceki bir hükümetin Uygur Türkleri’nin aleyhindeki bir gesini hâlâ yürürlükten kaldıramamış olan bir hükümet’in “Milliyetçilik” gibi kutsal bir kavramı kullanmaya hakkı olamaz.



Türk Dünyası

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder