21 Ocak 2014 Salı

Piri Türkistan Ahmed Yesevi Ve Alperenleri

alperen düşüncesinin ilk Fatihi Piri Türkistan Ahmed Yesevi’­dir. İslâmiyet öncesi Türk’ün alp’ine erenlik özelliği kazandıran ve Türk’ü İslâmiyetle kaynaştıran hamur onun eseri. O yeni bir renk kazandırmış alp’ın ruhuna ve ruh ikliminde fırtınalar estirmiştir.

Hoca Ahmet Yesevi, Yunus’un da Hz. Mevlâna’nın da Hacı Bektaş Veli’nin de Ahi Evran’ında Piri’dir. Bakın Ahmet Yesevi hakkında Yahya Kemal, Fuad KöGoogle Page Rankingülü’ye bakın neler söylüyor; “Şu Ah­met Yesevi kim? Bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizin temellerini asıl onda bulacaksınız’’

Hoca Ahmet Yesevi, büyük bir Türkİslâm mutasavvıfı ve Türkler arasında İslâmiyet’in yaygınlaşmasında emeği olan yüce bir şahsiyettir. Anadolu’nun, Rumeli’nin ve Kuzey Türklüğünün İslâmi uyanışında dergâhında yetiştirdiği alperenlerin ve ta­kipçilerinin büyük hizmeti olmuştur. Bu büyük manevi sultan­ların insan sevgisine dayalı din anlayışına dün olduğu gibi bugün de insanlığın ih­tiyacı vardır. Bu düşünceyi yaymak insanlığa hizmet ola­caktır elbette. İnsan tasavvufa adım atmakla hayat yolculuğunda karamsarlıktan kurtulabilir pekâlâ. O halde batı ve doğu insanına Mevlana misali tasavvuf kapılarını ardına kadar açmalıyız.

Büyük bir Alperen Başbuğudur Piri Türkistan, yani evliya olup Yusuf Hemadani Hz.lerinin halifesidir o. Nitekim ondan nispet almış, feyiz almış ve sonunda kendini bulmuş. İlim de zaten kendini bulmak demek, kendini bulan Rabbini bulur çünkü. Dolayısıyla kendini bulan Yusuf Hemadani ile Ahmed Yesevi, Hacegân halkasında dizilmiş gönül sultanlarının dâhil olduğu silsilenin iki altın ismi olmuşlar. Hoca Ahmed şeyhinden aldığı nisbetle bu yol’un düsturlarını Orta Asya ve Türk illerine yayarak kol­başı görevini yapmıştır. Allah Rasulünün başlattığı ışık önce Mekke’de doğmuş ve bu ışık Rabbani âlimlerin elinde Asya’ya sıçrayarak oradan da Anadolu, Balkanlara ve derken tüm dünyayı aydınlatmaya devam ediyor. Türk’e alpe­ren adını veren Piri Türkistan bütün dünyayı manevi susuzluktan kurtaracak öğretilerini ardından bırakarak kelebek misali ötelere uçtu, ama o hala gönüllerde yaşıyor.

Biz Piri Türkistan Ahmed Yesevi’yi kütüphanemizin tozlu raflarından çıkarıp daha yeni anlamaya çalışıyoruz. Maalesef O’nu ve alperenlerini geç tanıdık. Batı bizden öğrenmiş sevgiyi, şiiri, edebiyatı, ama biz tanımamışız kendi klasiklerimizi. Mevlâna, Yunus ve Yesevi bizim coğrafyamızdan daha çok batı da yan­kılanıyor. Avrupa bizim klasiklerimizi vecdle, aşkla, şevkle okuyor hala. Hatta batı’yı yeni fetihlere kanatlandıran bir zamanlar kendilerinin unutmuş olduğu metinler olup, aynı zamanda bizden aktardıkları anlaşılan klasik eserlerdir. Eğer batı dünyası Yunan kla­sikleri için bizim tercümelerimize başvurmasalardı Rönesans’ını gerçekleştiremiyeceklerdi. Her neyse batı artık doğudan ipek ve baharat değil şiir, iman, sevgi ve felsefe iste­mektedir adeta.

Batı biliyor ki edebiyat sarayına doğu kapısından girilir; aşk, şiir, sevgi ve ruha ait her ne ararsan suna boylu doğuda. Belki de Said Nursi “Osmanlı Avrupa’ya gebe, Avrupa Osmanlı’ya gebe’’ derken bunu kast etmiştir.

Doğu düşüncesinin en büyük zaferi değişmeyeni kavrayabilmesidir. Batı’da teknik ne ise, doğu da aşk da odur. Buhara, Taşkent, Semerkant ve Asya’yı bir miskinler dervişler tekkesi sananlar büyük yanılgı içerisindeler. Eğer o merkezlerde alperenler, gazi dervişler elini kolunu bağlayıp hayeller âleminde yaşasalardı, o büyük Türkİslâm me­deniyeti nasıl doğacak, ya da nasıl gelişip nasıl ayakta durabilecekti?

Prof. Dr.Osman Turan Türk Cihan Hâkimiyeti ve Mefkûresi adlı eserinde; “...Türklerin kâmları (Korkut AtasıIrkıl Hocası) yerine İslâm Şeyhleri ve evliyası geçerken, sessiz ve kaynaşma oluyor. Türklerin alp’i, Alperen şekli ile kudsiyet kazanıyor ve İslâm, Türk’ün gazileri ile birleşiyordu. Türklerin İslâmlaşması bu suretle sayısız din ve tarikat adımlarının emeği ile kuvvetlenmiş­tir’’ diyor.

Hakeza meseleyi Cemil Meriç Dündar Taşerin yazdıklarına atıfta bulunarak; “Tarihte tek mucize vardır: Osmanlı mucizesi; Türk kanıyla İslâm dininin kaynaşmasından doğan bir mucize” diyor ve burada alp ile erenliğin kaynaşmasından doğan mucizeye işaret ediyor. Satırlar ilerledikçe Dündar Taşer bu mucizenin nasıl gerçekleştığini şu tarihi perspektif anlayışıyla izah ediyor. Bakın ne diyor Taşer; “Osmanlı Beyliği 1299’da Söğüt’de kurulduğu zaman 400 atlıya sahip bir uç beyliği iken, 1326 Bursa fethinde Orhan Bey 38000 atlıyı ku­manda ediyordu. Bu kısa zamanda ki asker artışı nereden ge­liyordu? Fethedilen topraklardan toplanamazdı. Bu artışın sırrı: Millî şuur, Horasan’dan İzmit’e kadar heryerdeki Türk’ü Ertuğrul oğlunun açtığı mukaddes sancağı altına çekiyordu. Moğol ordu­larının önünden kaçarak Anadolu’ya sığınan tarikat ve tasavvuf erbabı Horasan Erenleri, devrişler, alpler, burada yepyeni bir ümit kalesi vücuda getiriyorlar... İşte bu elim vaziyette büyük mürşitlerin zuhuru başlıyor. Bunlar mağlubiyetlerin bir fitne, bir imtihan olduğunu, İslâm’ın yeniden muzaffer olacağını, onun kılıcı ve bayraktarı olacağını telkin etmeye başlıyor. Şeyhler, müftüler, müderrisler, eli kılıç kabzasına yapışan yiğitler... Söğüt Beyliği’ne sevkediliyor. Türk’ün nabzı Osmanlı Beyliğin’de at­maya başlıyor. Bu küçük devletin fizilitesi büyük, müsamahası büyük, ideali büyük, bazılarının sandığı gibi talan ve istismar koşusu değil bu koşu. Musamaha, huzur ve adalet tesisi için göze alınan bir cihad“ ifadeleri konumuzun ruhunu yansıtır.

Biraz da alperenlikten bahsedelim. Neymiş alperenlik? Nereden çıktı bu alperenlik demeyelim. İncelendiğinde kültürü­müzün özünde Horasan erenlerinin ürettiği alperenlik düşüncesi yatar. Alperenlikte buram, buram aşk tüter. Bu kültürün başkahramanı hiç şüphesiz Hoca Ahmet Yesevi ve onun yetiştirdiği talebeleri olan gazidervişlerdir. Alperenlik soylu bir ağaçtır, bu ağacın halkalarının herbirinde Horasan Erenleri dizilerek geleceği selamlar adeta. Her dalında binbir meyve türü bütün cazibesi ile önümüze serilir. Alperenlik, sevgilinin bakışlarındaki pırıltı, gönül­lerdeki heyecan demek. Piri Türkistan’ın yetiştirdiği talebelerde iki nişan var: Biri alp, diğeri ise erenlik. Alp’e alplik katan kahramanlık olgusu, teknik ve mesleki branşlar, erenliğe ise maneviyet dediğimiz iç âlem gibi değerler renk katar.

Modern dünya belli bir insan tipi doğuruyor sürekli. Bir yüzü ile ruhsuzluk, bir yüzü ile sömürgecilik. Karmaşık bir dünyada yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz karmaşık yapıyı çözecek Horasan erenlerinin soluğuna ihtiyaç var. Çağımızın yeni alperenleri, geleceğin diriliş neslidir. Tüm gönüller ilahi aşkla dirilir. Bu yüzden Allah aşkı var oluş sebebimizdir. Yüreğinde aşk ve sevgi taşımayan insanlar, yeni bir dünya kuramazlar. Bugün her ne hikmetse kimse sevgiden söz etmiyor. Herkes bir kin kışkırıcısı rolü üstlenmiş sanki. Bu kini yıkacak tek güç sevgi olsa gerektir. Horasan Erenlerinin göğsünden fışkıran sevgi ergeç birgün dirilişimiz olacaktır elbet.

Horasan Erenlerinin sırrına erenler, çokluk içinde birliğe yükselmiş, dertlerden kurtulmuş ve huzuru yakalamak arzusuyla dopdolulardır. Önce iç âleme nizam sonra dünyaya nizam. O halde Alperenlik duygusuyla hem beden nizama kavuşur hem dünya. İlayi Kelimetullah önce kalbde diri­lir, sonra âlemi emirle bağlantılı letâiflerde kıpırdar ve daha sonra vücuda yayılarak iç denge gerçekleşir böylece. Kelimenin tam an­lamıyla fethedilecek tek ülke var; o da kendi ruh dünyamız. Bakışlarımızı iç dünyamıza çevirip, vehimlerden soyunmalı ki iç ve dış âleme nizam veren Allah sevgisi bir rüya değil, hakikat olabilsin.

Alperen tip hem dünyevi, hem uhrevi yönü olan ya da hayatla barışık bir insan demektir. Başka bir deyişle Alp’lik; cesaret, secaat, karar, kuvvet ve tekniktir. Eren’lik; ilim, fikir, hikmet, adalet, barış, terbiye, samimiyet ve mane­viyat demek. Alperenlik ise bu ikiliğin, yani Alp’liğin ve Erenliğin terkibidir. İkisi biraraya gelince vahdet gerçekleşir. Osmanlı’nın zafer sırrını vahdet’te aramalı. Bu aksiyonla üç kıtada hükümdar olmuşuz. O ocak­tan üç kıtaya uzanan Alperenler insanlığa işte bu ruhla nefes aldırdılar.

Anlaşılan odur ki bilgi çağının en üst seviyesine sıçratacak ruh, Horasan Erenlerin saçtığı gül kokusunda mevcut. Yeter ki o gül’e talip olalım gerisi kolay.

Velhasıl; alperenlik güzel bir duygu, anlatılmaz yaşanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder