Hicaz demiryollarının inşaa sebebleri net bir şekilde şöyle sırlanabilir;
1 Dini sebebler; Osmanlı tarihi İslam tarihinin önemli bir devresini teşkil eder. Osmanlı devleti de, tarihi İslam devletler topluluğunun önemli bir üyesidir. Dolayısıyla Osmanlı'da dinin özel bir yeri vardır. Güçlü bir devlete ve güçlü bir sultanın varlığı da bunun için önem arz eder. Tebaanın can ve mal güvenliğinin yanı sıra din güvenliğinin de sağlanması gereklidir.
Dinin koruyuculuğu misyonu Osmanlı'da oldukça ön planda görülüyordu. Seferlere çıkılırken teorik gerekçe dinin muhafazası ve din gayreti üzerine tesis ediliyordu. Portekizliler Hindistanı işgal ettikleri zaman buranın küffar elinden istihlası için Osmanlı donanmasının Süveyş'e açılabilmesini mümkün kılacak Süveyş kanalı projesinin ön gerekçesinde Hindistan'dan Haremeyni Şerifeyn'i ziyarete gelecek Müslümanların yollarının kesilmesi ve dahası müslümanların kâfirlerin tahtı hükümetinde olmalarının reva görülemeyeceği idi.
Hicaz demir yollarına atfedilen önem de buradan kaynaklanıyordu. Dinin önemli beldelerinin muhafazası, burada yaşayan halkın emnu eman içinde yaşaması, refah seviyelerinin yükselmesi, hac yolunun güvenliği ve hac yolculuğunun kolaylaştırılması, devletin gücünün buralara daha etkin bir şekilde ulaşması gibi sebebler Hicaz demir yollarını önemli kılıyordu.
Hicaz Demiryolu'nun inşaa amacı, kamuoyuna haccın kolaylaştırılması olarak açıklanmıştı. Aylar süren hac yolculuğu dikkate alındığında Hicaz Demiryolu'nun müslümanlar için taşıdığı önem daha iyi anlaşılır. Mesela Şam'dan Hac için yola çıkan bir kişi yaklaşık 40 günde Medine'ye, 50 günde Mekke'ye ulaşıyordu. Bu uzun yolculuk esnasında karşılaşılan bulaşıcı hastalıklar, su sıkıntısı, zaman zaman bedevi saldırıları ile seyahat masrafları hac yolculuğunun zorluklarını bir kat daha artırıyordu. Hicaz Demiryolu bu uzun ve meşakkatli hac yolculuğunu gidişdönüş 8 güne indirecekti. Buna 10 günlük ibadet süresi de ilave edildiğinde hac farizası 18 gün içinde yapılmış olacaktı. Ayrıca hac yolculuğuna ayrılan masraflar azalarak daha fazla müslümanın hac farizasını yerine getirmesi mümkün olacaktı. Yine Hicaz Demiryolu bir şube hattı ile Cidde'ye bağlanarak deniz yolu ile dünyanın değişik ülkelerinden kutsal topraklara gelen diğer hacıların Mekke ve Medine'ye taşınmaları sağlanacaktı.
Hicaz Demiryolu'nun hac yolculuğunu kolaylaştırarak, hacca geliş sayısını artıracak olması II. Abdulhamid'in İslam dünyasındaki prestijini kuvvetlendirecek, tüm müslümanların II. Abdulhamid'in şahsında Osmanlı hilafetine bağlılığı artacak, müslümanların kardeşlik bağları kuvvetlenecek idi.
2 Askeri ve siyasi sebebler; Hicaz Demiryolu inşaasının diğer önemli bir sebebi askeri ve siyasi idi. Osmanlı Devleti bölgede güçlü olmak zorunda idi. Zira kutsal topraklarda devletin etkinliğinin azalması ile devletin müslümanlar nezdinde itibar ve güveni derinden sarsılacaktı. Sultan II.Abdulhamid'e sunulan rapor ve layihalarda bu husus açıkça belirtiliyordu.
Arabistan, 19. yüzyılda Avrupalı devletlerin bilhassa İngiltere'nin ilgi odağı haline gelmiş idi. İngilizler bölgeye nüfuz edebilmek için türlü yollara başvuruyor, nüfuzlu mahalli liderler ve eşraf ile, Mekke şerifleri ve bedevi aşiretleri ile temas kuruyordu. Bu temaslar İngiltere'nin bölge ile ilgili uzun vadeli bir planının eseriydi. İngilizler bir taraftan Yemen ve Hicaz sahillerinde urbana silah satıyor, diğer taraftan Hicaz bölgesine doktor, öğretmen veya mühendis kisvesi ile gönderdikleri misyonerlerle Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar, Osmanlı hilafetinin meşru olmadığına dair broşürler dağıtıyorlardı. Osmanlı halifelerinin aleyhinde yazılar neşredip, Mekke şeriflerinin hilafet makamının gerçek sahipleri oldukları şeklinde yayın yapan gazete ve dergiler İngilizlerden destek görüyordu.
İngilizlerin Süveyş kanalının kontrolünü ele geçirdikten sonra Kızıldeniz ve Aden körfezinde başka bir devletin üstünlük kurmasına müsaade etmeyeceklerini belli etmeleri, Kıbrıs'a yerleşmeleri, ardından Mısır, Somali, Sudan ve Uganda'yı işgal etmeleri, daha önce 1839 başlarında Aden'i ele geçirerek Yemen'e ayak basmaları, başta Yemen ve Hicaz olmak üzere Arabistan yarımadasının geleceği açısından birer tehlike oluşturuyordu.
İngilizler, Yemenlileri Osmanlılar aleyhine çevirebilmek için bölgeye ajanlar gönderiyor, Yemenlileri silah ve para ile destekliyor idi. Her yolu deneyerek Yemen'de kendi nüfuzları altında bir "hükümeti mümtâze" teşkilini, daha sonra da planlarını Hicaz kıtasında gerçekleştirmeyi amaçlıyorlardı.
Aynı yayılmacı faaliyetler Basra ve civarında da yürütülüyordu. Orta Arabistan'da hâkimiyet mücadelesi veren İbn Suud hanedanı başta olmak üzere birçok kabile şeyhi İngilizlerden destek görüyordu. İngiltere Necd bölgesinde kuvvetli bir Osmanlı hâkimiyeti yerine bir Vehhâbi iktidarının kurulmasını tercih ediyordu.
Sultan II. Abdulhamid, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarındaki yayılmacı girişimlerine karşı İslam Birliği siyaseti ile direnmeye çalışıyordu. Bu maksatla müslüman nüfusun yaşadığı çeşitli yerlere din âlimleri ve özel temsilciler gönderiyordu. Çin, Japonya, Malezya, Hindistan, Mısır, Fas, Tunus, Buhara ve Kafkaslarda faaliyet gösteren temsilciler var idi. İslam Birliği siyaseti içerisinde tarikatların ayrı bir yeri vardı. Seyyid, şeyh ve derviş gibi tarikat mensuplarına önemli görevler veriliyordu. Mesela; Buharalı Şeyh Süleyman'a Rusya müslümanları ile halife arasında bir köprü vazifesi gördürülmüş idi. Aynı şekilde Asya içlerine seyyidler, dervişler de İslam siyasetinin birer propagandacısı olarak çalışıyorlar idi.
II. Abdulhamid aynı siyaseti Arap yarımadası'nda da uygulayacak idi. Zira kutsal mekânların bulunduğu bu bölge, padişahın gözünde her hangi bir eyaletten daha önemliydi. Saltanatı süresince müslümanlığa eski gücünü ve ihtişamını kazandırmayı hedef edinen bir sultan ve İslam âleminin halifesi için bölgenin değeri tartışılamazdı. Arabistan'a hâkim olamayan bir halifenin nüfuzu da ortadan kalkacak idi. Bunun farkında olan Sultan II. Abdulhamid, Arap yarımadasının muhtelif yerlerinde yaşayan mahalli liderler ve kişilerle samimi dostluklar kurmaya yönelmiş ve bu konuda bazı başarılar da elde etmiştir.
Ancak, Avrupalı devletler karşısında daha müşahhas tedbirler alınması gerekiyordu. Zira Hicaz bölgesi ve Kızıldeniz sahillerinin kesinlikle kaybedilmemesi için etkili savunma önlemlerinin alınması lazımdı. Hicaz ve çevresini elde tutma, Süveyş kanalını İngilizlerin kontrol altına almasından sonra bir kere daha önem arz ediyordu. Bu kanal İngilizlere bölgeyi denetleme imkânı sunuyordu. Öyle ki Osmanlı'nın Hicaz ve Yemen'e asker sevki bile Süveyş kanalı ile gerçekleşiyordu. Her hangi bir durumda Süveyş kanalının kapatılması halinde Osmanlı'nın Hicaz ve Yemen ile olan irtibatı kesiliyordu. Hicaz hattı tamamlandığında Süveyş kanalına bu anlamda ihtiyaç da ortadan kalkacak, İstanbul, Mekke ve Medine'ye raylarla bağlanmış olacaktı.
Hattın inşası dışardan gelecek saldırılara karşı önemli bir fonksiyona sahip olduğu gibi, bölgede iç isyan ve karışıklıkların kısa zamanda önlenmesinde de önemli askeri bir görevi yerine getirecek, Hicaz'ın bütünüyle kontrol altına alınmasına yardım edecekti.
Konsolos raporlarına bakılırsa 20. yüzyılın başlarında Hicaz ve Yemen'deki büyük merkezler dışında Osmanlı hâkimiyeti oldukça zayıflamıştı. Hicaz hattı asker ve malzeme sevkini kolaylaştıracağından bölgede Osmanlı aleyhine bozulan kuvvet dengelerini değiştirip, mahalli güçlerin etkisini kıracak, siyasi ve askeri otoriteyi güçlendirecekti. Böylece merkezin, uzak vilayetleri etkili bir şekilde denetleme imkânı artacaktı. Osmanlı hakimiyeti bu hat sayesinde Orta Arabistan'a kadar götürülebilecekti.
Diğer taraftan İngiltere'nin hac yolunun emniyetsiz olduğu şeklindeki menfi propagandası da önlenmiş olacaktı. Hicaz hattı Osmanlılara ve Müslümanlara bir moral kaynağı olacak idi.
3 İktisadi sebebler; Hicaz hattının bölgenin iktisadî kalkınmasında önemli bir işlevi olacaktı. Hattın geçtiği yerlerin tabi kaynaklarının ekonomiye kazandırılması mümkün hale gelecek idi. Süveyş kanalından yapılan askeri sevkıyatın Hicaz hattına kaydırılması durumunda önemli ölçüde tasarruf sağlanacağı hesap ediliyordu. Ayrıca hattın inşası halinde uzun vadede Suriye bölgesi ile Hicaz'ın iktisadi kalkınmasına, ticari sirkülâsyonun artmasına sebeb olacağı tahminleri yapılıyordu. Hattın devreye girmesi ile büyük oranda artması beklenen hacı ve ziyaretçi sayısı, Mekke ve Medine'nin ticaret hacmini genişletecek idi. Hacıların bıraktığı paralar demir yolu işletmesi kadar Hicaz ahalisi için de önem arz ediyordu.
Hattın inşası halinde zahire ve eşya naklinden önemli gelir sağlanacak idi. Hattın güzergâhında bulunan yerlerde yaşayan halk için istihdam ve ticari imkanlar elde edilecek idi. Ayrıca MekkeMedine arasındaki geniş topraklarda zirai üretim teşvik edilecek idi. Nakil vasıtalarının yetersizliği ve pahalılığı sebebiyle uzak pazarlara ulaştırılamayan ürünlerin demiryolunun getireceği ucuz ve hızlı nakil kolaylığı ile uzak pazarlara taşınması mümkün hale gelecek idi. Hat ileride bir şube hattıyla Kızıldeniz'e bağlandığında ticari ve ekonomik fonksiyonu daha da artacak idi. Bu tasarının gerçekleşmesi, Arabistan, Anadolu ve Hind ticaretinin Süveyş yolundan Hicaz Demiryolu'na çevrilmesi demekti.
Ayrıca Hicaz Demiryolu'nun Arabistan'da maden araştırmalarını kolaylaştıracağı, küçük ölçekli sanayi tesislerinin kurulmasına yol açacağı, hayvancılığı olumlu yönde etkileyeceği, yerleşimi özendireceği ve nüfusu artıracağı ileri sürülüyordu. Yine bedevilerin modern dünya ile ilişkilerinin artacağı düşünülüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder