21 Ocak 2014 Salı

Ersogotoks Destanı





ERSOGOTOKS DESTANI



Dokuz kat göğün dokuzunu delip indiğini mi, yoksa yer altını yarıp çıktığını

mı bilmeyen EreydeexBuruydaax ErSogotox (Saha Türklerinin atası olan

kahraman) adlı bir yiğit yaşamıştır.

Bu ErSogotox'un görünüşü şöyledir: On büyük karış boyunda, dört karış

eninde, beş karış omuzlu, üç karış belli, kalın meles ağacı gibi baldırlı,

nehirdeki köknar gibi bacaklı, kurumuş kayın ağacı gibi sağlam bilekli, atın

gemindeki dizginler kadar gözlü, kalça kemiği kadar iri burunlu, çok iyi

isabet ettiren elli, yanılmayan baş parmaklı, şaşmaz işaret parmaklı, düzgün

dudaklı ve dişlidir.



O kadar güçlüydü ki; donmuş ağaçları tuttuğunda kırar; kayın ağacını

yakaladığında ikiye ayırır; dikili ağaca dokunduğunda ağaç kökü ile birlikte

yıkılır; ağacı sarstığı zaman feryad eder; söğüt ağacını ittiği zaman söğüt

acıdan çığlıklar atar; bastığı yer göçer, durduğu yer paramparça olur,

gezdiği yerler kuru toprak gibi çatlar; koştuğu yerler zangır zangır titrer;

sesi gök gürültüsü gibidir; nefesi fırtına gibidir; konuşması Yada taşı gibi

büyüleyici, bakışı yıldırım gibidir.



O'nun yaşadığı yer tasavvur edilemeyecek kadar zengin ve güzeldir. Şöyle ki;

kalay tarlalı, altın ovalı, yağ vadili, xartaha (atın karın bölgesindeki

yağlı ve lezzetli et) bahçeli, gümüş yamaçlı, tereyağı tepeli, et kıyılı,

xartaha kayalı, gürleyen deli ormanlı, hışırtılı kuru ormanlı, av hayvanlı

kara ormanlı, eğlenmelik şen ormanlı, dinlenmelik küçük tepeli, serinlemelik

burunlu, gezinmelik çayırlı, saf süt gibi göllü, yıkanmak için akıntılı

nehirli, sonsuz mavi derin denizlidir.



O'nun denizi kara gümüş kayalı, küçücük çakıl taşlı, boncuk kolye kumlu,

beyaz küçük kabarcıklı, yağ dalgalı, değerli ağaçlardan kıyılı, avlanmalık

kalkan balıklı, gümüş pullu bolca balıklıdır. O'nun zengin orman arslanlı,

vahşi ayılı, mavi kurtlu, budaklı boynuz gerdanlı, ren geyikli, çizgili

samurlu, benekli vaşaklı, kara sincaplı, kahverengi tilkilidir.



Kışı olmayan geniş, büyük ülkesinde kartallar çığlık atar, beyaz turna dans

eder, şakrak kuşu öter, bülbül şarkı söyler, çayır kuşu nağmeler mırıldanır,

serçe havalanır, makas kanatlı kuşlar inip kalkarlar, geniş kanatlılar

toplanırlar, tavus kuşları kanat çırparlar, boynuz gagalı kuşlar birikirler,

tırnaklı kuşlar toplanırlar, dişli hayvanlar dururlar, boynuzlu hayvanlar

gezinirler, ibikli hayvanlar toplanırlar, mahmuzlu hayvanlar tepişirler,

guguk kuşu hiç durmadan öter, bitkileri sararmaz, iğne yaprakları dökülmez,

kozalağı düşmez.



Aklıkaralı hayvanları serbestçe yaşayıp dolaştıkları için, eğer bir yolcu

buradan geçmek isterse, atının böğrü bu hayvanlara sürtünmekten yara olurdu.



O'nun çadırı sallanmasın diye elli direkli, otuz kirişli, dört kat duvarlı,

yağmur girmesin diye üç kat gümüş tavanlı, nem olmasın diye dört kat altın

döşemelidir.



Çadırının en ortasında sanki üç kadın yan yana duruyormuş gibi üç bacaklı

büyük ocağı vardır.



Çadırı bez bezekli somyalı, on işlemeli karyolalı, kılıç asmak için kancalı,

kımız fıçısı asmak için askılı, altı kişi zorlasa bile açamayacağı kadar

sıkı altın dış kapılı, üç yaşındaki öküzün, yatmasına benzer demir eşikli,

atın oynayacağı kadar geniş salonlu, sekiz kişinin açamayacağı kadar altın

iç kapılıdır. Evin en güzel odası guguk kuşlu, sağ tarafı arslanlı, sol

tarafı kaplanlı, holün başında kuzgunlu, gümüş raflı, kalay dolaplı, taş

sundurmalı, dört ayaklı masalı, kıymetli ağaçtan sandalyeli, küçük göl kadar

taş çanaklı, büyük bir ova kadar ağaç tabaklı, beyaz gümüş çatallı, kızıl

gümüş kaşıklı, çelik demir bıçaklı, dokuz bezekli kutsal ayaklı (en büyük

kımız bardağı) büyük kımız kadehli, on işlemeli mataarcaklı (bir milli kap),

üç işlemeli küçük çoroonlu (bir ya da üç ayaklı kımız bardağı), yedi öküz

derisinden dikilmiş tulumludur.



Evinin etrafı üç günlük yol gidecek kadar beyaz gümüş çitli, geniş

duvarlı, gezinecek kadar geniş ağıllı, ayna gibi parlak avlulu,

mücevherat koymak için dokuz demir kilerli, otlar için altın ambarlı tay

için kalay tavlalı, çiftlik hayvanları için kurşun kümesli, kalın meles

ağacının kabuğundan yapılmış arslan burçlu, dokuz bezekli büyük sergeli (at

direği), kumru burçlu orta sergeli, şakrak kuşu burçlu küçük sergelidir.



Çadırın doğuda bulunan kapısından dışarıya bakmak için çıktığında geniş

yeşil alanın ortasında tahmin edilemeyecek kadar kutsal ağacı görür. Bu

ağaç, yerin dört kat altına kadar girmiş köklü, dokuz kat göğün dokuzuna

varan dallı, yedi kulaç yapraklı, dokuz kulaç kozalaklıdır. Onun kökünün

altından kutsal bengü suyu kaynar. Onun kozalağından çıkan koyu reçine

toplanıp küçük bir dere gibi akar, ihtiyarlamış, aç kalmış, zayıflamış beyaz

hayvanlar, kuşlar, vahşi hayvanlar, o reçinenin tadına baktıkları,

yaladıkları zaman, eski genç ve diri görünüşlerine kavuşurlar.



Güney tarafını görmek için çıkınca büyük tepenin üstünde bakire kızların

güzel elbiselerini giyinip fısıldaşarak ayakta durduğu gibi bir grup kayın

ağacını görür.



Kayın ağaçlarının arka tarafında ihtiyarlamaya başlamış kadınların kışlık

kalpaklarını çarpıkça giyinip saçlarını dağıtarak *"E, ne olursa

olsun"*diyerek ayakta durdukları gibi karışık çam ormanı vardır.



Batı tarafını görmek için çıkınca, genç erkeklerin bayrama gitmek için iyi

elbiselerini giyinip sıralandıkları gibi kara melez ormanını görür.



Onların da biraz uzağında yaşlanmaya başlamış zengin adamların tükürerek

kibirli bir şekilde ayakta durdukları gibi karanlık köknar ormanını görür.



Kuzey tarafını görmek için çıkınca şaman kadınların büyüleyici elbiselerini

giyinip şaman dansına yeni başladıkları gibi titrek yapraklı kavak ormanını

görür. Bunlarında ilerisinde salyaları akmış, dişleri dökülmüş ihtiyar

kadınların sırtlarına dal parçalarını yükleyerek kamburca yürürken

çizmelerinin bağlarının sırtlarını dövdükleri gibi, alçak söğüt ağaçlarını

görür.



Bu söğütlerin kenarında rengarenk paltolu, işlemeli çizmeli Tunguz

çocuklarının dans edip konuşmalarına benzeyen sık çalılık ormanı vardır.



O'nun giyimkuşamı ise; içi kıymetli samur kürk paltolu, mavi kurt kürkü

abalı, obur kunduz kürkü şapkalı, güderi pantalonlu, ipekli kalçalıklı,

gümüş kenarlı, süslü çizmeli, işlemeli çoraplı, gümüş kayışlı, ipek kuşaklı,

Çin atlası çantalı, çuha tütünü keseli, kolyeli, çakmak taşlı ve kavlı,

pençesiyle, başıyla yumuşak vaşak derisi tüyünden yataklı, kara tüyünden

yorganlı, kuğu tüyü yastıklıdır.



O'nun silahları ise; altı kişinin açamayacağı boynuz yaylı, balıkçının ağaç

evi kadar büyük oklu, Suottu'nun (Yakutistan'da bir yer adı) ustasını vuran

çatal oklu, Baatılı'nın (Yakutistan'da bir yer adı) ustasını vuran düz oklu,

üç yüz kilo ağırlığında süngülü, beş yüz kilo ağırlığında mızraklı, dokuz

yüz kilo ağırlığında demir gürzlüdür.



Koşum atları ise; yorulmayan kara renkli, tırıs giden boz renkli, hızlı

giden ala renkli, yarış eden beyaz renkli, avlamak için kahve renkli, gezmek

için alacalı, uzak yola gitmek için yedi kulaç yeleli, kıvırcık perçemli,

gümüş tırnaklı, uzun koyu kuyruklu, sarı renklidir.



Güneş batınca gece oldu diyerek büsbütün soyunup kalın samur kürklü

yatağınayorganına sarılıp uyuyarak; güneş doğunca uyanmak zamanı geldi

deyip fırlayarak, en iyi elbisesini giyinip atın yağlı kazısını ( atın karın

bölgesinde bulunan yağlı kısım) yiyen ErSogotox belirli bir zaman eğlenmek

için kullandığı atına binerek beyazkara atlarına bakar, güder. Bazen de, av

atına binerek koyu ormanına varıp, kara kürklü hayvanları çokça öldürdü.

Yeşil otlaklarına giderek, makas kanatlı kuşlarından çokça öldürüp heybesine

koyup evine getirerek iştahla yiyerek yaşıyordu. O, hiçbir kederiüzüntüyü

bilmeyerek, korku ile görüşmeyerek, ürküntü ile tanışmayarak, kimden

doğduğunu, nereden geldiğini bilmeyerek yaşıyordu.



O, ondokuz yaşını doldurduğu zaman genç yüreğinin tıpırdadığını, zaman zaman

kanının kaynamaya başladığını hissetti. Düz alnı düşünceden kırışmaya

başlamış, resim gibi kaşı çatılmış, eskiden bilmediği bir fikir aklını

karıştırmış ve yalnızlık düşüncesi kafasını bulandırmıştı:



*"**Eyvah çocuk! Tecrübenle gördün ki herkes çifttir, vahşi hayvanlar çift

olarak yaşar; kuşlar, böcekler de çift olarak yaşarlar. Tanrı sadece beni mi

tek yaratmış? Hayır! Bana benzeyen bir kişi herhangi bir yerde muhakkak

yaşıyordur**."**

*

Bu fikir aklına düştüğünde çokça uyuduğu uykusundan, yediği yemeğinden,

yaşadığı hayatından kesilmeye başladı. Bir akşam hiç duygulanmamış yüreği

çokça duygulandı, ağlamayan gözü ağlayarak bütün gece hiç uyuyamadı. Güneş

doğmadan kalkıp kara hastalık bulaşmasın diye kara denizin suyuyla, yeşil

hastalık bulaşmasın diye yeşil denizin suyuyla tümüyle temizlenerek güzel

elbisesini giyip eğilerek güneşi üç defa selamlamış ve arazisinin ortasında

bulunan kutsal ağacın yanına zengin, büyük bir insan tavrıyla gitmiş.



Ağacın altına gelip üç defa eğilerek selamlamış, kalpağını yana yatırarak

şöyle demiş: *"**Kutsal ağacımın kadın ruhu! Kainatın ebe ruhu! Ben yetimi

sen beslemişsin, küçükken büyütmüşsün, beyaz atlarımı yetiştirmişsin, kara

atlarıma bakmışsın, kuşlarımı hayvanlarımı çoğaltmışsın, kara denizin

balığını bir araya toplamışsın. Beni dinle! Aklımıfikrimi büyücü mü

karıştırdı bilmem. Uzun zamandır uyuduğum uyku, uyku olmadı; yaşadığım

hayat, hayat olmadı; gücüm kuvvetim azaldı, güçlü vücudum zayıfladı,

düşündüğüm düşüncem kalmadı, bilen aklım bilmez oldu. Bana geleceğimi söyle!

Hayatımı gösteriver! Ebem! Öz anam ol! Saygı duyduğumu gör! Benim sözlerimi

dinle**!"**

*

O an gök gürültüyle gürlemiş, sağanak yağmur başlamış, uçan beyaz bulutlar

görünmüş, yıldırımlar düşmüş, şimşekler çakmış, fırtına çıkmış, toprak

hareketlenerek yer deprem olmuş gibi titremeye başlamış, nehrin suyu

kabarmış, denizin suyu dalgalanmış. Bundan sonra kutsal ağaç gıcır gıcır

gıcırdayarak küçük bir kütük olmuş, gövdesinden kar gibi saçlı, keklik gibi

beyaz etli, iki kımız fışısı kadar memeli yaratıcı ihtiyar kadın beline

kadar çıkarak: *"**Ben senin neden üzüldüğünü, ne istediğini ve her şeyi

bilerek yaşıyorum. Dinle! Senin baban Aar Toyon (Tanrı'nın adı), annen ise

KübeyXotun (Tanrı'nın adı)'dur. Onlar yaratıcı Tanrı emriyle seni üçüncü

gök katında doğurup bu topraklarda soysop sahibi ve nesillerinin atası ol

diye yeryüzüne indirdiler. Şimdi zamanı geldi. Sen çabucak atlan ve güneye

uzaklara git, senin yolun çetin olacak. Dayan! Ümidini kesme! Eşini

bulacaksın. Elveda! Mutluluk ve başarıyla gidip gel**." *dedi.



Bu hayır duasını ederek ağacın kökünden ebedi suyu alıp onun deri matarasına

boşalttı ve *"**Bunu koltuğunun altına bağla, zor gününde sana yararlı

olacak.**" *dedi. Kendisi de tekrar gıcır gıcır gıcırdıyarak büyüye büyüye

eskiden olduğu gibi kutsal ağaç haline geldi.



ErSogotox evine gitmeden önce otlağına vararak uzak yola gidecek sarı

atının üstüne binerek ahıra uğramış, akkara atlarından bir karış kazı

etli, bir tutam yağlı yedi tane kısrağı ayırmış, üç yıllık semiz yedi öküzü

seçerek evine getirmiş, bu hayvanları hemen kesip göl kadar büyük kazanında

pişirip geniş bir heybeye koyarak atının sağ kulağına yerleştirmiş, atına

yular takmış, dizginini bağlamış, gümüş gem takımıyla gem vurmuş, dört eyer

kumaşını sererek XanTanara (Tanrı'nın adı) eyeri ile eyerlenmiş, mızrağını

sadağını takınıp silahları alıp, memleketindeki kutsal ağacına dua ederek

atının üstüne atmaca gibi atlayarak güneye doğru ok gibi uçmuş.



Bir adımda altı kös (10 km lik uzunluk birimi) aşarak tırıs gidişte yedi kös

giderek yüz kös koşarak, kışı kırağı ile, yazı yağmur ile bilip tepesi göğü

delen taş dağa gelmiş. Atından inmeden boynuz yayını kurmuş, hızlıca okunu

yerleştirip bir ay boyunca iyice gerdiği yayı kirişinden bırakıvermiş. Ok

dağda saman yığını genişliğinde bir delik açarak çıkmış. O da açılan yoldan

çıkarak dağı çabucak geçmiş.



Sonra dalları buluta varan demir ağaçlı ormana gelip önceden olduğu gibi

okuyla delerek aylar ayı, yıllar yılı gidip, ateşli alevli kan nehrine

gelmiş.



Bu engele geldiğinde onun sarı atı *"**Sahibim! Sen benim üstümden in, ben

biraz dinleneyim. Sonra sen benim dizginimi, kolanımı sıkıca tut, sağlamca

bin, ben uçup seni geçireyim**"* dedi.



Yerin kıyısının at kuyruğu gibi bittiği, göğün kıyısının yosun gibi bittiği

ve birbirleriyle buluştuğu yerde, güneş ışığının kuvvetlice parladığı ay

ışığının şiddetle ışıldadığı yerde üç yüzyıl yaşamış, dördüncü asrını

yaşayan, uzun saadetli geniş gelecekli, UluToyon'un (Tanrı'nın adı)

akrabası XanTanara'nın torunu Xaraxxan Toyon (Kahramanın adı) birlikte

yaşlandığı hanımı, on oğlu, dokuz kızı, sayısız insanları, çokça hayvanları

(ile birlikte) bir destan ülkesinde oturup yaşamaktadır.



Ailesinin içinde herkesten çok sevdiği Xotuuna (kız adı) adlı küçük kızı

güneşin ışığı gibi görünüşlü, beyaz gümüş yüzlü, kırmızı yanaklı, kara gümüş

kaşlı, yedi kulaç uzunluğunda saç örgülü, hafif yemekli, taze içeceklidir.

Elbisesinin içinden eti görünür, etinin içinden kemiği görünür, kemiğinin

içinden iliği görünür. Yürüdüğü yer kaz eti olur, yattığı yer yağ olur,

koştuğu yer semiz et olur, onu gören kişi sevinir, dokunan kişi doyar.

Uzattığı eliyle saadet verir. O'nun güzelliğini tasvir etmeye kelimeler

yetmez.



Xaraxxan ile birlikte ihtiyarlayan evin ruhu olmuş ikinci anne gibi görünen

iki kepçe kadar irinli gözlü, salyası akan, geleceği gören şaşmaz önsezili

bilge ihtiyar kadın bir sabah efendisinin huzuruna gelerek kızarmış

gözleriyle, yıpranmış ayaklarını birbirine çatarak *"**Korkunç düş gördüm,

dehşetli geleceği gördüm; bela yaklaştı, hayatımız bedbaht oldu, korunmak

gerek, hazırlanın!**"* dedi.



Güneş batıp karanlık başladığında aileden yüz kişi yemeklerini yedikten

sonra ihtiyar kadının düşü hakkında oturup konuşmaya başlamışlar. O anda

dışarıda evin arka tarafından bir atlı kişi, keskin mızrağın sesi gibi hızla

gelerek evin sıvasını düşürecek, doksan direği sarsacak kadar bir hızla

kapıya vurmuş. Çadırdaki bütün insanlar korkularından, ürküntülerinden

sözleri boğazlarına tıkanmış gibi ağızlarını açarak kaskatı kalmışlar, yanız

bilge ihtiyar kadın sessizce seğirterek çıkıp bakmış. Dışarıda derisiz, üç

ayaklı, demir kara atına yan binmiş, büyük don ağacı kadar boylu, büyük

kazan kadar başlı, alnının en ortasında çukur kadar açık tek gözlü, kazma

kadar büyük sincap dişli, göğsünün en ortasından çıkan tek kürek kadar

parmaksız kulaç kollu, uyluğundan çıkan direk kadar topaç bacaklı, başından

ayağına kadar demir elbiseli, demir yaylı, taş oklu, altın mızraklı şeytanla

insan arasında bir kişi vardı.



İhtiyar bilge kadını bulanık bir şekilde görerek atından inmeden şöyle dedi:

*"Benim adım ÜllerEtin oğlu BuraDoxun (kötü ruhun adı)'dur. Dört ülke

uzaktanım, kara is ülkesindenim, kızıl kömürle (korla) evliyim. Ateşten de

sıcak yazlıyım, kızaran taş yemekliyim, ateş ve alev içecekliyim, ölmez

kişiyim, yanmaz etliyim, kolsuz bacaksız, keskin boynuzlu, sivri kuyruklu

pek çok demir halklıyım. İşim ise, adam öldürmek, kötülük, felaket

getirmektir. Xaraxxan'ın sevgili kızıyla evlenmek için geldim. O taş burunun

üstünde dokuz gün oturup, sözlerini bekleyeceğim. Söyle (kızı) vermezlerse

zorla alacağım, evlerini yıkacağım, ateşlerini söndüreceğim, yerlerini kara

is yerlerine çevireceğim, hayvanlarını yakacağım, onları sersefil

bırakacağım."**

*

Bunu söyledikten sonra yüz kulaç uzaktaki taş dağın burnuna korkuluk gibi

gitti. Bilge ihtiyar kadının korkudan dili göğsüne düşerek gözü ters dönmüş

vaziyette, ayağı ile gideceğine elleri üzerinde evine vararak aklı başından

çıkıp kuş gibi nefes nefese kalmış.



Üç (kös) boyunca otuz kova buzlu suyu üstüne boşaltarak onun gördüklerini ve

işittiklerini dinlemişler. Xaraxxan ailesiyle birlikte ağlamış, çokça

üzülmüş, çokça dövünmüş, sinirleri bozulmuş.



EreydeexBuruydaax ErSogotox doksan engeli, sayısız kötülüğü geçerek

Xaraxxan ülkesine gelip geniş ormanın içine girdiği zaman tay derisinden

abalı, ayak derisinden dikilmiş çizmeli, baş derisinden dikilmiş şapkalı,

tüyleri dökülmüş bir taya ters binmiş ve tayın kuyruğunu dizgin gibi tutmuş

öksüz çocuk ile karşılaştı. Bu çocuk tanımadığı şahsın gözüne bakınca hiç

görmediği bu kişinin iyi huylu olduğunu fark ederek kaçmamış ve Xaraxxan'ın

hayatını, zenginliğini, güzel kızını ve bu kızı kötü BuraDoxsun'un istediği

gibi haklarında bildiği her şeyi anlatmış ve taş burunun yolunu göstermiş.



Burunun yakınına geldikleri zaman BuuraDoxsun'un uzanarak beşon kısrağı,

sekizdokuz öküzü kuyruklarından çekerek ağzına attığını görmüşler. Onların

geldiklerini görüp çabucak ayağa kalkan BuraDoxsun *"Şimdiye kadar hiç

tanımadığım bir kişi geldi. Ben onunla ölümüne dövüşeceğim."* dedi.



İkisi de hiçbir şey söylemeden yaylarını germişler ve atışarak birbirlerini

vuramamışlar. Sonunda okları bitince demir gürzleriyle vuruşmuşlar. Demir

gürzleri çarpışmaktan düzleşince uzun mızraklarını çıkarmışlar. Mızrakları

da çarpışmaktan kırılmış, sonra kılıçlarıyla döğüşürken kılıçları körelmiş.

Bunun üzerine BuuraDoxsun nara atınca ErSogotox irkilmiş. O irkilince de

BuraDoxsun kılıcını kalbine sokmuş. Yaralanan ErSogotox koltuğunun altında

bağlı bulunan bengü su kesesini hemen keserek yarasının üstüne damlatmış.

ErSogotox bir anda iyileşerek eski halinden on kat daha güçlü olmuş.



ErSogotox, güçlendiğini anlayıp bağırarak BuraDoxsun'u belinden yakalamış

ve yedi kulaç yeri titretecek kuvvetle yere çarpmış. Sonra başını kesmiş ve

çelik bıçakla karnını yararak içinden yüreğini ve karaciğerini alıp küçük

küçük parçalara ayırarak her tarafa savurmuş. Ancak yüreğinin bir ucu kalmış

ve kara kuzgun olup *"Ben her zaman sana engel olacağım"* diyerek yerin

altına girip kaybolmuş.



Xaraxxan'ın toplanan adamları hayvan sürüsünün buzlu suyu içip titrediği

gibi titreyerek ErSogotox'u alkışlamışlar, koşup gelmişler ve büyük bir

ateş yakarak ölen BuraDoxsun'u bu ateşe koymuşlar, külünü de her yere

saçmışlar.



Xaraxxan Toyon yetmiş kişiyle gelerek ErSogotox'u evine davet etmiş, beyaz

kilimin üstünde yürütmüş, vaşak derisinin üstünde oturtup samur derisine

yatırmış, güzel yemeklerini yedirmiş, tatlılar ikram etmiş, sevgili kızını

vermiş, yanlarına yüz kişiyi de katarak memleketine göndermiş.



Xaraxxan korku ve ürküntüsü geçtiği zaman hayvanlarını hesaplamış ki, her üç

hayvanından birisini BuuraDoxsun yiyip bitirmiş.



ErSogotox ülkesine dönüp geldiğinde akkara atlarının iki kat arttığını,

kuşlarınınhayvanlarının da iki katına çıktığını görmüş. Birlikte getirdiği

adamlarına evocak düzenlemiş, çocuk sahibi yapmış. Saha'nın en büyük

ataları bugünkü zamana kadar yiyipiçip yaşamaktadır. Ama BuraDoxsun'un

yüreğinin ucunun kuzgun olup söylediği gibi, ErSogotox'un torunlarıhalkı,

beyaz kara atları, kuşlarıhayvanları zaman zaman salgın hastalıklarla telef

olarak veya dala asılarak bazen de ağaçlara takılarak bu zamana kadar ölümlü

olmuşlardır



KAYNAK:

A.Y Uvarovsky tarafından Saha Türklerinden derlenen ErSogotox Olonho'su

(destanı), Doç. Dr. Yuriy Vasilyev ve Yrd. Doç. Dr. Fatih Kirişçioğlu

tarafından da Türkiye Türkçesi'ne aktarılmıştır.*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder