21 Ocak 2014 Salı

Derya Ali Baba Hazretleri

DERYA ALi BABA HAZRETLERi



Fetih ordusunun sakası…Kerametlerini o demde göstermiş namsız ve nişansız bir veli…

Sene 1453…Fetih ordusu İstanbul surlarına kadar dayanmış ve İstanbul'un düğüm düğüm olmuş çözülmek bilmez kaderi açılmak üzere…

Genç hükümdar kır atının üstünde heybet ve celâlletle haykırıyor, nur serpen ordu dalga dalga oradan oraya akıyor…Şehir neredeyse düştü düşecek…Köhne Bizans'ın bir solukluk işi kalmış. Askerin sevinci yüzlerde benek benek gezinip dururken, evet, bütün bu saadet gönüllerden taşarken hiç beklenmedik bir şey oldu.. Bütün bu sevinci gölgeleyen ve yüreklere zehirli hançerler gibi oturan bir haber dalga dalga yayıldı:

Fetih ordusu susuz kalmak tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, musluklar kuru, çeşmeler sessiz!.

Kötü haber bir anda korkunç bir süratle her tarafı sardı ve nihayet Fatih Sultan'ın kulağına kadar geldi.

Ordu susuzluktan kırılacak!..

Genç hükümdarın yüzünde celal şimşeği yanıp söndü ve

Tiz varıp saka başını bana getiriniz!. Diye haykırdı.

Nefes nefese bir koşuşmadır başladı.. Az sonra sırtında kırbası, hafiften beli bükülmüş, fakat yüzünde nurlar harelenen Ali Efendi genç padişahın huzuruna getirildi…

Fetih ordusunun başbuğu telaşlı ve üzüntülüydü. Aksine Ali Efendi tebessümler yağdırarak genç hükümdarın güzel yüzüne nazar ediyordu. Artık bu kadarı da fazla idi.Fatih'in sabrı , kararı, iradesi elden gitmek üzereydi.

Ey sakabaşı olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun! Ordu susuz kalmış, asker susuzluktan kırılmak üzere. Neden tedbir almazsın da bizi müşkül duruma düşürürsün, söyle neden?

Sakabaşı Ali Efendi sanki Hızır'ın kutlu çeşmesine malik gibi bir tavırın içindeydi. Hiçbir şey olmamış gibi sakin ve güleçti:

Devletlü Padişahım, merak buyurmayınız, su çok!

Fatih büsbütün öfkelendi:

Alay mı edersin sakabaşı?

Haşa sultanım!..

Benim askerim susuzluktan kıvranıyor, bu ne biçim söz ki sen işin dalgasındasın!

İş bildiğiniz gibi değil devletlüm!.

Ben su istiyorum bre!.Sen hala konuşuyorsun

Ali Efendi birden arkasını döndü ve sırtındaki kırbayı Padişaha göstererek tane tane konuştu:

Ben yalan söylemem sultanım!..Bakın istediğiniz kadar su…Bunun ile kaç orduyu sularım ben. Yeterki siz su isteyin!..

Genç hükümdar yerinden bir ok gibi fırladı. Fena halde öfkelenmişti. Elini su kırbasına takıp içine bir nazar etti…

O da ne?

Gözleri yuvalarının içinde fır fır dönüyordu. Çünkü gördüğü manzara akılları oynatacak derecede dehşetti. Kırbada sanki okyanus kaynıyordu. Bir değil, belki yüzlerce orduya yetecek su vardı..Belki gözlerim aldanmıştır diye düşündü…Tekrar tekrar baktı…

Ali Babanın kırbası denizler misali çağlıyordu…

Bu defa paşalara, vezirlere seslendi:

Tiz koşun ve siz de bakın!..

Paşalar ve vezirler tarifi imkansız bir merakla Ali Efendi'nin başına düştü. Kırbaya göz atan içeride deryaların kaynadığını görüyordu…

Fatih Sultan'ın sesi yine gök gibi gümbürdedi

Bre nedir bu yaptığın?

Ali Efendi neler olduğunu tek tek anlatmaya başladı.:

Ey alem Padişahı!.. Su işte burada. Fakat ben askere suyu doyumluk vermiyorum. Çünkü onlar cenk meydanında vuruşuyor ve terliyor. Diledikleri kadar su versem belki hasta olurlar ve zaferimiz tehlikeye girer..

Yüzünde hiç öfke eseri görülmeyen Ali Efendi, sözünü bitirir bitirmez sırtındaki kırbayı olanca kuvvetiyle yere vurdu. Herkez gözlerini hayret ve dehşetle açmış ona bakıyordu. Kırbanın düşüp parçalandığı yerde az sonra bir su, hem de coşkun bir su…

Sanki toprak ağlıyor da gözyaşlarını fetih ordusunun ayaklarına sepiyordu…

O dem oracıkta bir su pınar pınar çağlamaya başladı. Fatih Sultan Muhammed Han, sakabaşı Ali Efendi'nin kerametler sahibi mübarek bir zat olduğunu anladı ve ona:

Ne murad edersin ey derya Ali? Iste ki verelim!..

Derya Ali'nin bu dünya ile nesi olabilirdi ki…O tamamiyle gönlünü yüce Rabbine bağlamış, Hakkın zikriyle ömür nefeslerinin incilerini pırıldatmıştı. Bir başka sevdanın, bir başka aşkın deryasında gark olmuştu.

O fetih ordusunda çarpışan nice Allah dostu vardı ki adı, sanı bilinmez ama onlar Allah yolunda Allah için kurmuş oldukları bu devletin her döneminde onu yükseltmek için çabalamışlar, ömür nefeslerini bu uğurda tüketmişlerdi.

[/b]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder