21 Ocak 2014 Salı

Mudanya ateşkes antlaşması

Mudanya Ateşkes Antlaşması



3 Ekim 1922'de Mudanya'da toplanan konferansta Türkiye'yi Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Büyük Britanya'yı General Harrington Fransa'yı General Charpy İtalya'yı da General Mombelli temsil etmiştir. Çetin görüşmeler sonunda Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922'de imzalanmıştır. Yunanlılar Mudanya'daki Konferansa katılmamış hazırlanan Antlaşma metnini kabullenerek üç gün sonra imza etmiştir.



Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922 Türkiye ile Yunansitan arasında imzalanan ateşkes antlaşması.



3 Ekim 1922'de Mudanya'da toplanan konferansta Türkiye'yi Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Büyük Britanya'yı General Harrington Fransa'yı General Charpy İtalya'yı da General Mombelli temsil etmiştir. Çetin görüşmeler sonunda Mudanya Ateşkes Antlaşması 11 Ekim 1922'de imzalanmıştır. Yunanlılar Mudanya'daki Konferansa katılmamış hazırlanan Antlaşma metnini kabullenerek üç gün sonra imza etmiştir.



Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Türkiye Yunanistan arasında silahlı çatışmaya son verilmiştir. Trakya Meriç sınır olmak üzere Türkiye'ye bırakılmıştır. Yunanlılar on beş gün içinde Trakya'yı boşaltacaklardır. Yunanlılardan boşalan yerlere İtilaf Devletleri birlikleri girecek onlar da en geç bir ay içerisinde Trakya'yı Türklere devredeceklerdir. Türklerin Trakya'da en çok 8000 jandarma kuvveti olacaktır. Türkler Ateşkes Antlaşmasında öngörülen sınırlar içinde İtilaf Devletleri askeri birliklerinin bulundukları yerlere girmemeyi taahhüt etmektedir. Ateşkes Antlaşması imza edildiği tarihten üç gün sonra yürürlüğe girecektir.



Mudanya Ateşkes Antlaşması görüşmelerinde İsmet Paşa'nın hatıralarında da açıklandığı üzere bir komutanın siyasi alanda müzakereler yöneten tecrübeli ve becerikli bir diplomat gibi görüşmelere katıldığı ve başarılı olduğu görülmektedir.Mudanya Ateşkes Antlaşması



Türk Orduları bir yandan İzmir'e girerken bir yandan da İstanbul ve Çanakkale Boğazı'na doğru ilerliyorlardı. Başkomutan büyük devletlerden biri veya bir kaçı ile savaşa girmeden Boğazlar bölgesini güvenlik altına almak Yunan Ordusu'nun buralara gelmesini engellemek ve Trakya'da yapılacak olan bir harekat ve İtilaf Devletleri'ni Türk isteklerini kabule zorlamak için gerekli hazırlıkları yapmış ve komutanlara gereken emirleri vermişti.



Yunan Orduları'nın 30 Ağustos'ta perişan olduğunu duyan İngiltere büyük endişeye kapıldı. Türkiye'nin Ağustos ayı içindeki iyi niyetli barış görüşmelerini reddeden Fethi Bey'le görüşmeyi bile kabul etmeyen İngiliz Kabinesi'nin başı şimdi büyük korkuya kapılmıştı. Çünkü İngiltere Boğazların korunması için Fransa ve İtalya'nın yardımcı olmayacağını biliyor bu işin yalnızca İngiltere'ye kalacağını görüyordu. İngilizler Yunanlıları kesin bir imhadan kurtarmak için 1827'den beri yaptıkları gibi 3 Eylül'de Yunanistan'ın yaptığı ateşkes önerisini Fransa ve İtalya'ya iletti. Fakat Fransa Yunan kuvvetlerinin Anadolu'yu boşaltmalarını şart koştu. İtalya yanıt bile vermedi. Bu durumda Çanakkale'nin Anadolu yakasının savunulması 8.000 İngiliz Askeri'ne kalıyordu. Londra müttefikleri yardım etmediği takdirde Çanakkale'nin terk edileceğini General Harrington'a bildirdi. 4 Eylül'de Rauf Bey'den M. Kemal Paşa'ya İstanbul'dan ateşkes önerisi istendiğini bildiren telgraf geldi. M. Kemal 5 Eylül'de verdiği yanıtta Yunan Ordusu'nun bütünüyle imha edildiğini ateşkesin kabulü için Trakya'nın ateşkesten sonra 1015 gün içinde 1914 sınırlarına kadar boşaltılmasını tutsakların serbest bırakılmasını ve Yunan Hükümeti'nin Anadolu'da Yunan Ordusu'nun yaptığı zararları ödemeyi kabul etmesini şart koştu. Yunanistan 7 Eylül'de yine İtilaf Devletleri aracılığı ile yeni bir ateşkes teklifinde bulundu. Fakat bu konuda T.B.M.M. yazışmaları sürerken Türk Ordusu 9 Eylül'de İzmir'e girdi. General Harrington bir önlem olarak aynı tarihte bir Albaya kuvvet vererek Türklerin tarafsız bölgeyi geçmelerini engellemek ve Çanakkale'yi savunmakla görevlendirdi. İngiliz savaş gemileri de yeni birlikler getirdiler. Aynı tarihte İstanbul'un Anadolu yakasında CaddebostanBüyük Çamlıca hattında savunma önlemleri aldılar. İngilizlerin aldığı bütün bu önlemler Türk Ordusu'nun kararını değiştirmedi. 18 Eylül'den itibaren Türk birlikleri Boğazlar üzerine yürüdüler ve İngiliz Askeri Yunan ordusunu onbeş günde yok edip Çanakkale şehrinin 15 km yakınına gelen Türk askeri ile karşılaştı. Türk birliklerine düşman ateş açmadıkça ateş açmaması emredilmişti. Harrington da İngiliz birliklerine Türk Askeri ateş açmadıkça ateş açılmamasını emretmişti. 23 Eylül'de Çanakkale yakınında Erenköy'de Türk Askeri tüfekleri omuzlarında namlusu yere dönük asılı olarak İngiliz Askeri'nin yakınma kadar geldi. İngiliz Subayı Türk birliklerinin geri çekilmesini istedi. Türk komutan bu isteği reddedince İngilizler çember içine girmemek için geri çekildiler. Taraflar arasında bir çatışma çıkması olasılığı varken Lloyd George Türkiye'ye karşı son kozlarını oynuyordu.



İngiliz Kabinesi 15 Eylül'de toplanarak Çanakkale ve İstanbul'a doğru ilerleyen Türk Ordusu'na karşı kuvvet kullanılması kararı aldı ve müttefikleriyle dominyonlardan yardım istendi. Bahriye Bakanlığı da bir bildiri yayımlayarak müttefiklerin dominyonların ve Balkan Devletlerinin Boğazların korunması için yardımını istedi. Türklerin ne olursa olsun Avrupa'ya geçmesini engellemek ve Türk başarısının yarattığı üstün durumu ortadan kaldırmak kararında olan Lloyd George'un çağrısına ne müttefiklerinden ne de dominyonlardan ne de Balkan Devletlerinden olumlu yanıt geldi. Hiç kimse İngiliz politikası uğruna maceraya atılmayı istemiyordu. Fransa ve İtalya Türkiye ile yapılacak diplomatik görüşmelere katılmayı kabul ettiler. 18 Eylül'de İstanbul'daki Müttefik Devletler T.B.M.M temsilcisi Hamit Bey'e bir nota vererek tarafsız bölgeye girilmemesini istediler.Fakat 19 Eylül'de Fransız askeri birlikleri Fransa Başbakanı'nın emriyle Çanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasından Rumeli yakasına taşındılar. İtalyanlar ise Türklere karşı savaşmayı kesinlikle red ettiklerinden İngilizler yalnız kaldı. Müttefikler durumu görüşmek için 19 Eylül'de Paris'te toplandılar. Fransa'yı Başbakan Poincare İngiltere'yi Lord Curzon ve İtalya'yı Kont Sfortza temsil ettiler. Paris'te bu görüşmeler sürerkenFransız General Pelle İzmir'e gelerek M. Kemal ile görüştü. General Pelle Türk birliklerinin tarafsız bölgeye girmemelerini istedi. Mondros Ateşkesi hükümlerine göre stratejik bölgelerin işgal altında bulunduğunu T.B.M.M. Hükümeti'ni Babıali'nin devamı olarak kabul edip Türklerin tarafsız bölgeye girmemelerinde ısrar etti. M. Kemal Paşa Müttefiklerin Mondros Ateşkesi hükümlerini en baştan beri çiğnediklerini emperyalistlerin Yunanlıları Türkiye'ye saldırttıklarınıüç yıl Türk Ulusu'na zulüm yapılırken seslerini çıkartmadıklarını sert bir şekilde hatırlattıktan sonra Türkiye'nin tarafsız bir bölge tanımadığını Türk Orduları'nı durduramayacağını ve ateşkesin uzaması halinde ordularını hareketsiz bırakamayacağını Trakya dahil bütün ülkenin terk edilmesini istedi. Boğazlar konusunda görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. M. Kemal Paşa İzmir Limanı'nda bulunan İtilaf Devletleri donanmasına bir nota vererek 24 saat içinde İzmir Limanı'nı terk etmelerini bildirdi. Donanma bu notadan sonra "Geldiği gibi gitti.".



Paris'te Müttefik görüşmeleri sert bir hava içinde geçiyordu. Fransa Edirne dahil bütün Doğu Trakya'nın Türkiye'ye verilmesini istedi. İtalya da kendisini destekledi. İngiltere'nin savaş çıkartmak isteyen tutumu karşısında Fransa Başbakanı Lord Curzon'a çok sert bir konuşma yaparak İngiltere'yi yalnız bırakacağını bildirdi. İngiltere Fransa'nın bu isteğini 22 Eylül'de kabul etti ve hazırlanan notayı imzaladı. Hazırlanan nota 23 Eylül'de İzmir'de bulunan Başkomutan M. Kemal Paşa'ya gönderildi. Aynı gün Türk birlikleri İngilizlerin tarafsız bölge dedikleri yerlere girip Çanakkale'de İngiliz birliklerine iyice yaklaşmışlardı. Franklin Bouillon M. Kemal Paşa'ya başvurarak durumun gergin olduğunu ve kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. General Harrington Lloyd George'un kendisine gönderdiği emirleri işleme koymayıp İngiliz birliklerine silaha başvurulmaması emrini verdi. 24 Eylül'de Yunanistan'da ihtilal çıktı. Kral tahtını bıraktı ve İhtilal Mahkemesi kurularak yenilginin sorumluları yargılanmaya başladılar. Sovyetler Birliği de 24 Eylül'de İngiltere Fransa İtalya Balkan Devletleri ve Mısır'a bir nota göndererek Yakın Doğu'da çıkan ciddi soruna bugüne kadar büyük devletlerin katılmadığını hatırlatıp olay büyürse Avrupa'nın yeni sarsıntılarla karşılaşacağını hatırlatıp bu sorunun çözümünün Türk halkının Türk ülkesine ve Boğazlara mutlak egemen olması ile çözülebileceğini Boğazlar konusunun Sovyetler için önemini belirttikten sonra Boğazlar konusunda Rusya'nın katılmadığı ve çıkarlarına ters düşen bir kararı kabul etmeyeceklerini bildirdiler. 25 Eylül'de Türk birlikleri İngiliz müstahkem mevkilerinin tel örgülerinin yanına kadar geldiler. 26 Eylül'de General Harrington M. Kemal Paşa'ya bir telgraf göndererek Türk birliklerinin tarafsız bölgeyi görüşmelerin yararı için terk etmelerini istedi. M. Kemal verdiği yanıtta tarafsız bir bölge tanımadığını Türk Ordusu'nun yenik Yunan Ordusu'nu izlediği İngiltere'nin Yunan Ordusu için tarafsız bölge ilan edemeyeceğini ve Yunanlıların yaptığı yıkımı hatırlatarak Boğazlar konusunda Türkiye'nin her zaman görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. Bu arada Franklin Boulillon da M. Kemal Paşa ile görüşmek için 28 Eylül'de İzmir'e geldi. İzmir'de ikisi arasında kararlaştırılan esaslar çerçevesinde Türk Orduları'nın Boğazlara doğru harekatı durduruldu. M. Kemal aynı gün General Harrington'un ikinci mektubuna da yanıt vererek Müttefiklerin İstanbul halkına uygulamakta oldukları tedbirleri kaldırmalarını Yunan donanmasının bir daha İstanbul'a gelmemesini istedi ve ileri harekatın durdurulduğunu bildirdi. Müttefiklerin Paris'ten gönderdikleri notayı da 29 Eylül'de yanıtlayıp askeri harekatın durdurulduğunu fakat Yunanlıların Edirne dahil bütün Trakya'yı hemen boşaltmalarını bildirdi. İngiliz Kabinesi ise 29 Eylül'de toplanarak Lord Curzon'un karşı çıkmasına rağmen General Harrington'a bir telgraf göndererek Türkiye'ye Türk Askeri'nin tarafsız bölgeyi terk etmelerini; aksi takdirde ateş açılacağını bildirir bir nota vermesini istedi. Fakat Harrington bu emri yerine getirmedi. Barışın hazırlandığı bir sırada yeni bir savaşı başlatabilecek bu emri uygulamamakla en akıllı yolu izledi. 1 Ekim'de Londra'ya yolladığı bir telgrafta emri niçin uygulamadığını açıkladı. M. Kemal Paşa ile Harrington arasında Mudanya'da bir Konferans toplanmasının belirmesi üzerine İngiliz Kabinesi yeni hazırlıklara başladı.Mudanya Konferansı (311 Ekim 1922)



İtilaf Devletleri'nin kararsız tutumları M. Kemal Paşa'nın tutarlı ve kesin davranışı sonunda Türkiye'nin istediği oldu. İngiliz Kabinesi'nin Avrupa'yı yeni bir felakete götürebilecek olan sorumsuz politikası ve savaş girişimleri General Harrington'un gerçekçi davranışıyla başarısız oldu. M. Kemal ve Harrington'un anlaşmaları sonucunda 3 Ekim 1922'de Mudanya'da Ateşkes görüşmelerinin başlaması kararlaştırıldı. Başkomutan M. Kemal Paşa ateşkes görüşmelerine Türk Ordusu'nun temsilcisi olarak Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'yı görevlendirdi. Mudanya'da İsmet Paşa'nın başkanlığı altında İngiltere Delegesi General Harringion Fransa Delegesi General Charpy İtalya Delegesi General Monbelli'nin katıldıkları konferans 3 Ekim'de toplandı. Fevzi ve Refet Paşalar da İsmet Paşa ile Mudanya'ya geldiler ve görüşmeler süresince kendisine yardımcı oldular.



İşin ilginç yanı Mudanya'da yenilmiş Yunan Orduları'nın temsilcisi yoktu. Avukatlığını İngiltere yapacaktı. Görülüyor ki Türkiye ateşkes masasına Birinci Dünya Savaşı'nın galipleri ile oturuyor ve onlarla hesaplaşıyordu. Yalnız bu sefer Müttefiklerin karşısında yenik bir Osmanlı İmparatorluğu'nun ezik delegeleri yoktu. Yunan Orduları'nı 15 gün içinde yok etmiş İtilaf Devletleri'ni dehşete düşürmüş muzaffer Türk Orduları'nın temsilcisi vardı. Türkiye ateşkes masasına Misakı Milli'ye dayanan bağımsızlık tezini ve inancını getiriyordu.



Konferansın en önemli konuları Doğu Trakya'nın Yunan kuvvetleri tarafından boşaltılıp Türklere teslim edilmesi ve Boğazlar ile İstanbul'un bağlı olacağı durum idi. İngiliz delegesi bu konularda Türkiye'nin aleyhine bir tutum içinde olduğu için görüşmeler sert bir hava içinde geçti. 5 Ekim'de Yunanlıların Trakya'da hala kıyım yaptıklarını hatırlatan Fransız Delegesi Yunanlılara karşı hemen bir harekatın başlatılmasının kaçınılmazlığını dile getirdi. İngiltere'nin Yunanlılar lehine tutum izlemesi üzerine Başkomutan İsmet ve Fevzi Paşalara Batı Cephesi Orduları'na yeniden harekat serbestliği veren bir talimat gönderdi. Türk tarafının kararlılığı ve İngiltere'nin uyuşmaz tutumu yüzünden Konferansın dağılması ve savaşın yeniden başlaması tehlikesi belirdi. M. Kemal Paşa ayrıca Trakya'nın İzmir'deki görüşmelerde kararlaştırıldığı biçimde Türkiye'ye terk edilmesinin kabul edilmemesi durumunda Türk Orduları'nın İstanbul'a yürümelerini emretti. Müttefik delegeler 6 Ekim sabahı İstanbul'da bir araya gelerek kendi aralarında durumu görüştüler. Fransız ve İtalyan delegelerinin arabuluculukları ile 9 Ekim'de görüşmeler başladı. General Harrington'un Müttefikler adına sunduğu değişiklik projesi İsmet Paşa tarafından M. Kemal Paşa'ya bildirildi. 10 Ekim'de görüşme yapılamadı. 11 Ekim gecesi sabaha karşı toplanan Konferans 11 Ekim sabah saat 6 da Ateşkes'i imzaladı.



Ateşkes hükümleri 1415 Ekim gecesi yürürlüğe girecek ve TürkYunan silahlı kuvvetleri arasındaki çatışma son bulacaktı. Yunan kuvvetleri Doğu Trakya'yı hemen boşaltmaya başlayacaklar ve 15 gün içinde boşaltma tamamlanacaktı. Bu yerler 30 gün içinde asayişi sağlayacak olan T.B.M.M. Hükümeti jandarma kuvvetlerine teslim edilecek ancak bu kuvvetler 8.000'i aşmayacak Trakya'nın yönetimi Türk memurlarına verilecekti. Devir teslim işlemleri sırasında karışıklık çıkmaması için İtilaf Kuvvetleri 7 taburluk bir kuvvet bulunduracaklardı. Bu kuvvet Doğu Trakya'nın Türkiye'ye tesliminden sonra 30 gün içinde geri çekilecekti (madde: 110). Barış antlaşması sağlanana kadar Türk Silahlı Kuvvetleri Çanakkale ve İzmit Yarımadası'nda belirlenen çizgiyi geçmeyecekler Trakya'ya asker geçirmeyecek ve ordu toplamayacaktı (madde:ll13)Ateşkes'in Önemi



Mudanya Ateşkesi Türk Orduları'nın kazandığı "Büyük Zafer"in sonucunda ileride yapılacak barış antlaşmasının Türkiye lehine gelişmesini etkileyecek bir başarı idi. Mondros işe Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışırken Mudanya ile yeni diri bir Türk Devleti doğuyordu. İtilaf Devletleri'ne Türk isteklerini kabul ettiren Türk politikasının "Hakkımızı istiyoruz siz vermek istemezseniz biz alacağız." anlamındaki sert ve kararlı tutumu oldu. Bu ateşkes ile Türkiye savaş yapmaksızın bütün Trakya ve Edirne'yi alıyordu. Bu tarihe kadar T.B.M.M. Hükümeti'ni resmen tanımamış olan İngiltere artık Türkiye'nin siyasi varlığını da kabul ediyordu. M. Kemal Kurtuluş Savaşı'nda çok akıllı bir politika izleyerek İngiltere'yi askeri alanda yalnız bırakmıştı. Şimdi ateşkes masasında da yalnız bırakıyordu. Yalnız başına kalan İngiltere Türkiye'ye savaş açmak sorumluluğunu ve cesaretini tek başına yüklenemedi. Üstelik Yunan Ordusu'nun hemen bütün silah cephane ve malzemesi de Türk Ordusu'nun eline geçmiş bulunuyordu.



Venizelos'un "Büyük Yunanistan" hülyası ile Lloyd George'un Türkiye'ye yeni bir savaş açmak için müttefiklerini Türkiye'ye karşı kullanmak politikası yıkıldı.



Barış Konferansı'nın toplanacağı yer için M. Kemal Paşa İzmir'in seçilmesini istemişti. Fakat Müttefikler tarafsız bir ülkede yapılmasını istedikleri için İsviçre'nin Lozan Şehri seçildi.

Cemiyetler

YARARLI DERNEKLER : A Amaçlı Dernekler :



1 İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye Cemiyeti : İzmir 1 Aralık 1918 Cemiyet kendisine katılan "İstihlası Vatan Cemiyeti" ve kurulmasına yardımcı olduğu "İlhakı Red Cemiyeti" ile kaynaşmış olarak faaliyetine İstanbul'da devam ederken İzmir'deki faaliyetlerini de işgal dolayısıyla Denizli'ye nakletmiştir.

2 Tarakya Paşaeli Heyeti Osmaniyesi : Edirne 2 Aralık 1918 Heyeti Temsiliye'nin isteği ile TrakyaPaşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adını alarak Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin şubesi olmuştur.

3 İstihlası Vatan Cemiyeti : Manisa Kasım 1918 19 Mart 1919 Kongresi ile İzmir Müdafaai Hukuku Osmaniye Cemiyeti'ne katılmıştır.

4 İlhakı Red Heyeti Milliyesi (Müdafaai Vatan Heyeti) : İzmir Aralık 1919

5 Hareketi MilliyeReddi İlhak ve Reddi İşgal Heyetleri : Balıkesir Balıkesir ve Alaşehir Kongresi ile leştirilmiştir. Sivas Kongresi'nden sonra da "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti" teşkilatına dönüşmüştür.

6 Heyeti Milliye :

a) Aydın Heyeti Milliyesi

b) Denizli Reddi İlhak Heyeti Milliyesi Denizli'de 29 Mayıs 1919'da kurulmuştur. Asıl Heyeti Milliye adını taşıyan Cemiyet 7 ağustos 1919'da Nazilli'de aktedilen bir kongre ile kurulmuştur. Nazilli Kongresi bu bölgede kurulan Heyeti Milliye kuruluşları ile birleşmiş Alaşehir Kongresi ile genişleyerek Batı Anadoluyu içine alacak şekilde yayılmıştır. Sivas Kongresi'nden sonra da Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'ne katılarak bu cemiyetin şubelerini oluşturmuşlardır. Nazılli Kongresi ile Aydın Muğla Denizli Burdur Isparta ve Antalya Nazilli merkezine bağlanmıştır. Bağlanan kuruluşlar arasında Çine Heyeti Milliyesi Akhisar Reddi İlhak Söke Heyeti Milliyesi Milas Müdafaai Vatan Cemiyetlerini sayabiliriz.

7 Trabzon Muhafazai Hukuku Milliye Cemiyeti :Trabzon 12 Şubat 1919 RizeGümüşhaneGiresun ve Ordu'da şubeler açmıştır. Cemiyet Erzurum Kongresi'nden sonra "Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti" şubesine dönüşmüştür. Sivas Kongresi'nden sonra da "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti" adını almıştır.

8 Kilikyalılar Cemiyeti : Merkezi İstanbul 21 Aralık 1918

9 Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti :Erzurum 10 Temmuz 1919 2 Aralık 1918'de İstanbul'da kurulan "Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti"nin Erzurum şubesi daha faal hareket etmek amacı ile " Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti"ne dönüşmüştür. Kurucuları Erzurum Kongresi üyeleridir. Cemiyet Sivas Kongresi kararı ile " Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti"ne katılmıştır. Erzurum'da kuruluş ise anılan cemiyetin şubesini oluşturmuştur. Vilayatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin İstanbul merkez olmak üzere ilk kuruluşunda Erzurum'dan başka Elazığ Diyarbakır Sivas Bayburt Bayezid Hasankale İspir Narman Bitlis Erzincan Şebinkarahisar Van Hınıs Tercan Tortum ve Yusufeli'de şubeleri vardı.

10 Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti :Sivas 11 Eylül 1919 Sivas Kongresi kararı ile kurulmuştur. Müdafaai Hukuk Reddi İlhak Reddi İşgal ve diğer benzeri isimler altında kurulan cemiyet ve heyetler tek bir çatı altında birleştirilmiştir. Bu karardan sonra bir çok il ve ilçemizde Müdafaai Hukuk Cemiyeti şubesi kurulmuştur.

11 Kars Milli İslam Şürası : Kars Kasım 1918 1718 Ocak 1919'da "Cenubi Garbi Kafkas Hükümeti Muvakkatei Milliyesi" olarak adını değiştirmiştir.

12 İstanbul'da Müdafaai Hukuk davasını desteklemek amacı ile kurulan gizli cemiyetler :

1 Karakol Cemiyeti : İstanbul Kasım 1919 Milli Mücadele'nin başlangıcında Anadolu'ya yardımcı olmuş sonraları tehlikeli ilişkileri nedeniyle kapatılmış yerine Müdafaai Milliye Teşkilatı ve MM grubu kurulmuştur.

2 MM Grupları :

a) Müsellah MM grubu

b) MM grubu (Müdafaai Milliye)

3 İstanbul Müdafaai Hukuk Cemiyeti : İstanbul 1919

13 İstanbul'da kurulan diğer cemiyetler :

a) Milli Kongre : İstanbul 1918 Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti'nin oluşturduğu bir kuruluştur. Milli Kongre Fırkasının başkanı Esat Paşa 1919 seçimleri dolayısıyla Ankara ile uyuşmazlığa düşmüş İstanbul'da Meclisi Mebusan'ın kapatılması sonucu Fırkanın faaliyeti sona ermiştir.

b) Milli Ahrar Fırkası : İstanbul 4 Mayıs 1919. Anadolu'daki hareketi desteklemiştir.

c) Milli Türk Fırkası : İstanbul 23 Kasım 1918. Anadolu'daki harekete bağlı kalmıştır.

d) Anadolulular Cemiyeti : İstanbul Ağustos 1921



B Kadınların Kurdukları Cemiyetler : 1. İstihlası Milli Kadınlar Cemiyeti : İstanbul 24 Kasım 1918

2. Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti :Sivas 10 Aralık 1919 Bu cemiyetin Konya Niğde Burdur Aydın Erzincan Kayseri Kastamonu Eskişehir Amasya Yozgat Pınarhisar Viranşehir ve Kangal'da şubeleri kurulmuştur.

II ZARARLI DERNEKLER

A. Milli varlığa ve Anadolu'daki milli harekete düşman cemiyetler :

1 İngiliz Muhipler Cemiyeti :İstanbul 20 Mayıs 1919. Manda taraftarı

2 Wilson Prensipleri Cemiyeti : İstanbul 14 Ocak 1919. Manda taraftarı

3 Kürdistan Teali Cemiyeti :İstanbul Mayıs 1919.

4 Tealii İslam Cemiyeti (Eski Cemiyeti Müderrisin) : İstanbul 19 Şubat 1919. Hilafetçi ve ümmetçi

5 Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti : İstanbul Ocak 1919 28 Eylül 1919'da Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katılmıştır.

6 Sulh ve Selameti Osmaniye Fırkası : İstanbul 14 Ocak 1919 Fırka Sulh ve Selamet Cemiyeti ile Selameti Osmaniye Fırkası'nın birleşmeleriyle oluşmuştur.

7 Hürriyet ve İtilaf Fırkası : İstanbul Ocak 1919

8 Nigehban Cemiyeti Askeriyesi : İstanbul Ocak 1919 Hürriyet ve İtilaf'la beraber hareket etmiştir.

9. Osmanlı İlayi Vatan Cemiyeti : İstanbul 19 Kasım 1919 Padişah taraftarı ve Müdafaai Hukukun tamamen karşısındadır. Cemiyet gizli olarak Milli Mücadele aleyhine örgütlediği Tariki Salah (veya Tarikatı Salahiye) Cemiyeti ile beraber çalışmıştır. Bu dernek ve partilerin dışında faaliyetleri sınırlı ve etkinliği yaygın olmayan Osmanlı Mesai Fırkası Osmanlı Çiftçiler Cemiyeti Türkiye Sosyalist Fırkası Vahdeti Milliye Heyeti Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi Türk Teali Cemiyeti Müsalemet İttifakı Amele Fırkası gibi kuruluşlar Anadolu'daki Milli Mücadele hareketinin karşısında olmuşlardır.

10. Lazistan Selameti Milliye Cemiyeti : Rize 23 Nisan 1919 Gürcülerin çıkarlarına hizmet eden para ile tutulmuş kimselerden oluşmaktadır.

B. Azınlıkların Kurdukları Zararlı Dernekler :

1. Rumların kurdukları cemiyetler :

a) Mavri Mira :Rum Patrikhanesi'nde kurulmuştur. Yunan Kızılhaç Cemiyeti ile Resmi Göçmenler Komisyonu da Mavri Mira'ya bağlı idiler. Ayrıca Rum okullarındaki izci kuruluşları da tamamiyle Mavri Mira tarafından yönetilmekteydi.

b) Pontus Rum Cemiyeti

c) Trakya Cemiyeti İttihadı Milli ve Kordos adlı cemiyetler

2. Ermenilerin Kurdukları Cemiyetler aha önceleri Ermenilerin kurmuş oldukları Taşnaksütyan ve Hınçak adlı gizli ve yeraltı örgütleri milli mücadele döneminde de faaliyette bulunmuşlar ve yabancı devletlerle işbirliği yapmışlardır. Ermeni patriği Zaven Efendi de Ermenilerin örgütlenmesinde önemli rol oynamıştır.

Kuvayı Milliye Birliklerinin Kuruluşu ve Düzenli Orduya Geçiş

Kuvayı Milliye Birliklerinin Kuruluşu ve Düzenli Orduya Geçiş

Kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanmasını kesinleştiren en önemli mücadeleler Batı cephesinde gerçekleştirilmiştir.Bu cephe Anadolu’daki diğer cephelerden daha sonra kapanmış bu nedenle TBMM için ayrı bir öneme sahip olmuştur.

15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesi üzerine Batı’daki çatışmalar başlamıştır. Yunan ordusunun işgalinin ilk gününden itibaren bölgedeki azınlıkları da kışkırtarak yaptıkları katliamlara karşı Türk halkının ilk silahlı tepkileri düzensiz ve kişisel olmuştur. Ancak kısa bir süre içinde İzmir çevresinde Yunan ordusuna karşı çok sayıda “Kuvayı Milliye” birliği kurulmuştur.

Batı Anadolu’da düzenli birliklerin kuruluşuna kadar işgalci Yunan ordusuna karşı savunmanın temelini “Kuvayı Milliye” birlikleri oluşturmuştur. Fakat Yunan ordusunun İzmir’den sonra Ödemiş Ayvalık ve Aydın’ı da işgal ederek yayılmasını sürdürmesi karşısında Kuvayı Milliye birlikleri yeteri kadar başarılı olamamışlardır. Bu sırada TBMM’nin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’daki isyanlar ve işgallerle uğraşması Batı Anadolu’daki direnişin yeterli derecede desteklenmesini önlemiştir.

Batı Cephesinde Kuvayı Milliye birliklerinin yetersiz kalması yeni gelişmelere neden olmuştur. Reddi İlhak Cemiyetinin çalışmaları sonucunda Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri toplanmıştır. Bu kongrelerde Batı cephesindeki direnişin bir tek merkezde toplanması ve Yunan ordusuna karşı asker toplanması kararlaştırılmıştır.

Sivas Kongresinde temsil heyeti Ali Fuat paşa’yı Batı cephesi komutanı olarak atamış böylece Batı cephesindeki faaliyetler Temsil heyetinin denetimine alınmıştır.

Ali Fuat Paşa TBMM’nin açılmasından sonra da Batı Anadolu’daki Kuvayı Milliye birliklerini yönlendirerek birlikte hareket etmelerini sağlamaya çalışmıştır. Fakat bu birliklerin çoğunun askeri disiplinden yoksun olması nedeniyle başarılı olamamıştır.

Yunan ordusu Kuvayı Milliye birliklerinin düzensiz hareketlerinden yararlanarak işgallerini genişletmeyi başarmıştır. Bu sırada Yunan ordusunun Gediz bölgesine büyük bir askeri yığınak yapması Kuvayı Milliye birliklerini harekete geçirmiştir. Ali Fuat paşa Çerkes Ethem birliklerinin de desteğini alarak Gediz’deki Yunan ordusuna saldırmak için TBMM’den izin istemiş fakat olumsuz yanıt almıştır.

Buna rağmen yine de saldırı emrini vermiş ve sonunda yenilerek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Çerkes Ethem’in saldırı sırasında düzensiz hareket etmesi de yenilgide etkili olmuştur. Bu gelişmeler üzerine TBMM Ali Fuat paşa’yı Batı cephesi komutanlığından alarak Moskova Büyükelçiliğine tayin etmiştir.

Batı cephesini ikiye ayırarak Kuzeydeki asıl Batı cephesi komutanlığına Albay İsmet Bey atanırken Güney batı cephesi komutanlığına ise Albay Refet Bey atanmıştır.

10 Kasım 1920’de Bilecik’e gelen Albay İsmet Bey ilk iş olarak emrindeki birlikleri düzenli ordu birlikleri haline getirmiştir.

Çanakkale Savaşı(Ayrıntılı)

[FONT="Arial"]



Doğal ve kültürel değerleri yanısıra dünya savaş tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Mustafa Kemal komutasındaki Türk ordu birliklerinin dünyayı şaşırtan cesaret ve kahramanlıklarının sergilendiği Çanakkale Savaşlarının izlerini ve anılarını korumak amacıyla 1973 yılında Milli Park ilan edilmiştir.


Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, ilimizin en önemli gezi yerlerinden birisidir. Parkın kara sınırlarını Gelibolu Yarımadası'nın Saroz Körfezindeki Ece Limanı ile Çanakkale Boğazında yer alan Akbaş İskelesi arasında çizelecek bir hat oluşturur. Seddülhabir Köyü çevresindeki Tekke ve Hisarlık Burunları, Ertuğrul, Morto, İkiz koyları, Alçıtepe, Kerevizdere, Zığındere ile kuzeydoğuda yer alan Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar ve Suvla koyları, savaşın cereyan ettiği başlıca alanlardır. Çanakkale Savaşları sırasında büyük cesaret göstererek şehit olan birlikler ve şahıslar adına bugün Gelibolu Yarımadasında çok sayıda şehitlik vardır.

Her biri ayrı bir kahramanlık örneği olan bu şehitliklerin en önemlisi Morto Koyu'nda, Hisarlık tepe üzerinde tüm şehitlerimizin anısına dikilen ÇANAKKALE ŞEHİTLER ABİDESİ'dir. Gelibolu Yarımadası üzerinde, Çanakkale Savaşlarında hayatlarını kaybeden yabancı askerler için de anıt ve mezarlıklar vardır.

                    ÇANAKKALE SAVAŞLARI

         Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk'ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. I.Dünya savaşı'ndan kısa bir süre önce, 19111942 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya'ya kaptırmış, 19121913 Balkan Hezimeti ise, Rumeli'deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar Ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli'nin kaybı, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın tabii bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.

 Dolayısıyla I. Dünya Savaşı'na rastlayan günlerde Osmanlı devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak fakat, Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan her iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle müdahale etmiştir.

Bu suretle Osmanlı devleti, kaderini alelacele, 2 Ağustos 1914'te "Üçlü ittifak'a bağlamıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet. 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu TÜRK ORDUSU'dur. Avrupa'da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almak son derece zorlanmıştır. Halbuki "üçlü itilaf"ın askere gücü günden güne artmaktadır.

Bu güç , hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere Başkanı Lloyd GEORGE ve Bahriye Nazırı CHARCHILL bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin esiridir.

Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadası'nın seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, Güney Rusya ve bütün karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya içih hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya'nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır.

Bu durumda boğazlar doğu cephesinin en müsait ve hayati menzul hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya'yı takviye edecek, batı cephesinin yükünü hafifletecek, dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya "itilaf" devletleri yanında savaşa katılacaklardı.

O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan CHURCHILL'in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk Sarıkamış harekatı üzerine telaşlanan; çok zor durumda kalan hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka Cephelere çekilmesini isteyen Rusya'nın yükünü azaltmak için, Çanakkale seferine karar verilmiş, fakat kesin neticeyi batı cephesinde arayanları darıltmamak amacıyla önce sadece donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır.

          18 Mart 1915'te yaklaşık bir aydır sürekli olarak bombaladığı boğazın her iki tarafındaki Türk tabyalarının artık sustuğunu varsayan 12 zırhlı, 18 muhrip, 7 mayın tarama gemisi, çeşitli nakliye destek gemisi ve uçak gemilerinden meydana gelen I. Dünya savaşının en büyük ve en modern donanması, boğazı geçme girişiminde bulunmuştur. Ancak ehliyetli ellerde sevk ve idare edilen kahraman Türk askerinin hayatını hiçe sayarak kanını fedakarca akıtması sayesinde dünyanın en modern silah ve teçhizatıyla donatılmış düşman donanması, 7 modern savaş gemisini ve binlerce askerini, kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Zira, Mehmetçik, düşmanı denizden bir adım bile geçirmemeye yemin etmiştir.

Anadolu bozkırının o güne kadar deniz görmemiş çocukları, sanki kırk yıldır denizlerde savaşıp da pişmiş kişilere özgü beceriyle zırhlı düşman gemilerine geçiş hakkı tanımamıştır.

Bunun üzerine 25 Nisan ve 6 Ağustos 1915 tarihleri arasında düşman kara kuvvetleri Gelibolu Yarımdasına çıkarılmış olup, çıkarma şöyle özetlenebilir. Asıl kuvvetler Gelibolu Yarımadasının güney ucuna iki ayrı noktadan çıkacak ve boğazları kontrol eden tepeleri alacak, bunu başarmak için, iki tümenden oluşan bir Anzac (Avustralya ve Yeni Zelanda) Kolordusu Kabatepe bölgesine çıkacak ve iki ingiliz ve bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayından oluşan kuvvet, Seddülbahir bölgesini ele geçirecektir. Aynı anda bir aldatmaca olarak, boğazın güneyinde Kumkale bölgesinde ikinci bir çıkarma yapılacak ve bazı donanma birlikleri orada da çıkarma olacağı izlenimi vermek üzere Saroz körfezine doğru seyredecektir. Fakat, kahraman TÜRK askerinin hayatını hiçe sayarak kahramanca döğüşmesi TÜRK komutanlarının ve bilhassa Mustafa KEMAL'in üstün sevk ve idareleri sonucunda düşman başarısızlığa uğrayarak savaş, siper savaşı halini almıştır.

Gelibolu Yarımdasında çıkarma yapan düşman kuvvetlerini meydana getiren askerlerin milliyetleri son derece enteresandır. İngiliz ve Fransızlar'ın yanısıra, bizimle hiç ilgisi olmayan Cezayir Berberilerini Sengal zencilerini, Avustralyalı, Kanadalı, Yeni Zelandalı ve Hintlileri üzerimize salmışlardır. Şair. Şu mısralarla, "Eski dünya, yeni dünya, bütün akvamı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mi hakikat mahşer. Yedi iklimi cihanın duruyor karşında, Avustralya'yla beraber, bakıyorsun Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler renkgarenk, sade bir hadise var ortada, vahşetler denk. Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela" diyerek, bunu ne güzel dile getirmiştir.

Evet, düşman yalnızca birkaç devletten ibaret olmayıp, sanki karşımızda bütün dünya vardı. Düşman donanması II. Dünya Savaşı'na kadar, dünyanın gördüğü en büyük ve en modern donanmasıydı. Hal böyle iken kazanılan zaferin değeri daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu savaş; yenilmez sayılan devletlerin mağlubiyetidir.

Çanakkale'de tarihin kaydettiği en büyük ve en kanlı savunma savaşları verilmiştir. Bu savaşlar Mustafa Kemal gibi bir askeri dehanın Türk ve dünya kamuoyu tarafından tanınmasının sağlanması açısından son derece önem taşımaktadır. Düşman durmadan saldırmaktadır. Anafartalar ve Arıburnu cephelerinde emir komuta karmaşası vardır. Bu durum çok tehlikelidir. Yarbay Mustafa Kemal, Ordu komutanı Alman General liman Von Sandres'ten bütün mevcut kuvvetlerin emrine verilmesini ve bundan başka çare kalmadığını bildirmiş. Alman General "Çok gelmez mi?" diye sorduğunda Mustafa Kemal, "Az gelir" diye cevap vermiştir. Ertesi gün emir gelmiş ve bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal'e verilmiştir. Bir cephe komutanlığının çok gelip gelmeyeceğini yarbay Mustafa Kemal'e soran ve "az gelir" cevabını alan Alman General karşısındaki Türk'ün "ATATÜRK" olduğunu yıllar sonra öğrenecektir.

Çanakkale savaşları'nın temel ağırlık noktasını, Mustafa Kemal oluşturmuştur. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları başlamadan kısa bir süre önce 2 Şubat 1915'te Tekirdağ'da yeni kurulacak olan 18'uncu Tümen Komutanlığına atanmıştır. Derhal göreve başlayan Mustafa Kemal, o tümeni kısa bir zaman içinde savaşa hazır. Seçkin bir tümen haline getirmiştir. Fakat kısa bir zaman sonra Mustafa Kemal bu bölgeden alınarak, tümeni ile birlikte Bigalı köyüne çekilmiştir. Mustafa Kemal, düşmanın Gelibolu çıkarmasına kadar, yani 25 Nisan 1915'e kadar orada yedek kuvvet olarak kalmış, fakat Arıburnu taarruzu başlar başlamaz, kendi insiyatifi ve teşebbüsü ile emir beklemeden, Arıburnu'na yetişerek taarruza geçmiştir. Düşmanı Koca çimentepe'de durdurarak, yarımadanın tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı bütün taarruzları ve şiddetli hücumları erimeye mahkum etmiş ve Türk'ün yiğit mehmetçiği Çanakkale'de sanki etten ve kemikten bir kale yaratmıştır.

Bütün savaşlardan farklı bir savaş malzemesi görülmüştür. Bu da "İNANÇ"tır. Topa, tüfeğe, üstün kuvvete, çeliğe karşı dimdik duran ve kafa tutan bir inanç kendini göstermiştir. Mustafa Kemal'in "size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerinize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir" dediği bu savaşlarda, herkes öldürmek ve ölmek için düşmana atılmıştır.

Mustafa Kemal, bu savaşı "bu öyle alelade bir taarruz değil, herkesin muvaffak olmak veya ölmek arzusuyla harekete geçtiği bir taarruzdur" diye ifade etmiştir. Burada meşhur 57'inci Alay, hiç kurtulmamacasına Mustafa Kemal'in emrine uyarak tamamen şehit olmuştur. Nitekim çeşitli milletlerden meydana gelmiş, düşman askerleri, yapışıp, kaldıkları Arıburnu'nun yalçın yamaçlarından bir adım bile ileri atamamışlardır.

Öncelikle İstanbul'u tehdit eden düşmanın Gelibolu Yarımdasına yaptığı bu taarruzu Kocaçimentepe'de durduran Mustafa Kemal, bu başarısından dolayı haklı olarak Albaylığa yükseltilmiştir. 67 Ağustos 1915'te Türk askerini yandan, yani Anafartalar'dan çevirmek isteyen Klıchner ordusu da bu bölgenin Grup komutanlığına atanan Mustafa Kemal'in 10 Ağustos günü ayağının tozunu silmeden giriştiği karşı taarruz sonucunda eriyip g itmiştir. Mustafa Kemal bu savaş sırasında göğsünden bir şarapnel parçası ile yaralanmış, fakat kalbi üzerindeki saat kendisini mutlak bir ölümden kurtarmıştır.

Bu savaşların akabinde 17 Ağustos'ta Kireç tepe Zaferini 21 Ağustos'ta 2'nci Anafartalar Zaferini kazanan Mustafa Kemal, düşmanı büyük hizmete uğratarak Çanakkale Muharebelerinin kaderi belirlenmiş, 9 Ocak 1916'da düşman, Türk topraklarından geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Amasya Görüşmeleri Ve Protokollar

Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin istifası üzerine yerine yeni hükümeti kurmakla Ali Rıza Paşa görevlendirilmişti. Mustafa Kemal Paşa Ali Rıza Paşa'ya hemen bir telgraf çekerek yeni hükümetin Erzurum ve Sivas kongrelerinde oluşan millî teşkilat ve amaçlara saygılı olması halinde Kuvayı Milliye'nin yardımcı olacağını bildirmiş yeni hükümetin Meclisin açılıp denetim görevine başlamasına kadar milletin mukadderatıyla ilgili herhangi bir taahhüde girmemesini barış konferansı için millî davayı kavramış güvenilir delegelerin seçilmesini istemişti. Böylece Temsil Heyeti'yle Kuvayı Milliye'nin etkisiyle kurulmuş yeni hükümet arasında ortak bir görüş oluşturabilmek amacıyla karşılıklı yazışmalar başlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa Harbiye Nazırı Cemal Paşa'nın yeni hükümetin kendisiyle aynı fikirde olduğuna millî iradenini egemenliğini kabul ettiğine dair telgrafı üzerine 7 Ekim 1919'da Temsil Heyeti adına bir bildiri yayınlamış milletle hükümet arasında tam bir anlaşma sağlandığından resmî haberleşme yasağının kaldırılmasını bildirmişti. Taraflar arasında süren yazışmaların sonucunda iki tarafın daha yakından görüşmek ayrıntılar üzerinde anlaşabilmek için Amasya'da bir araya gelmeleri kararlaştırılmıştı. Amasya Görüşmeleri 2022 Ekim 1919 tarihleri günlerinde Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal Paşa Rauf ve Bekir Sami Beylerle İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa arasında cereyan etti. Görüşmelerin sonunda iki taraf arasında üçü açık ve imzalı ikisi gizli ve imzasız beş protokol yapıldı.



Birinci protokol Salih Paşa'nın isteklerini kapsıyordu. Bunlar ordunun siyasetle uğraşmaması İttihatçılığın tekrar uyanmaması hükümeti küçük düşürecek müdahelelerden kaçınılması teşkilata muhalefet ettikleri için tutuklananlar varsa bırakılmaları tehcir suçlularının cezalandırılmaları savaşa katılmamızın haklı nedenlere dayandığı yolundaki düşüncelerin gizli tutulması seçimlerin serbestçe yapılması asayişi bozacak hallere meydan verilmemesi hükümetin ne lehinde ne de aleyhinde bir şey yazılmaması gibi isteklerden oluşmuştu.



İkinci protokolde kararlaştırılan başlıca hususlar özetli şöyleydi:

1. Millî Meclis'in vereceği en son karara uyulması şartıyla en az daha önce kararlaştırılmış sınırların korunması (vatanın bütünlüğü ve bölünmezliği ilkesi kabul edildi).

2. Gayrimüslim azınlıklara siyasî egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıkların tanınmaması.

3. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin İstanbul Hükümeti'nce tanınması.

4. Millî Meclis'in İstanbul'da toplanmasının doğru olmadığı barış sağlanıncaya kadar geçici olarak Anadolu'da hükümetin uygun göreceği bir yerde toplanması.



Salih Paşa Meclisin İstanbul'da toplanmasının doğru olmadığı fikrine kişisel olarak katıldığını hükümet adına söz veremeyeceğini belirtmiş bu fikri hükümet üyelerine kabul ettirmek için elinden geleni yapacağını başarılı olamadığı takdirde hükümetten çekileceğini söylemişti.



Üçüncü protokolde Temsil Heyeti'nin seçimlere müdahale etmemesi ancak İttihatçıların ve tehcirle ilgili olanların seçilmemelerini telkin etmesi Hristiyanların seçimlere katılmalarının sağlanarak temsil gücünün ülkeyi kapsadığının gösterilmesi kararlaştırılmıştı.

Görüşmelerin tamamlanmasından sonra İstanbul'a dönen Salih Paşa Meclis'in İstanbul dışında toplanmasıyla ilgili görüşünü hükümete kabul ettirememiş hükümetin bu konudami görüşünü Harbiye Nazırı Cemal Paşa Mustafa Kemal Paşa'ya bildirmişti. Salih Paşa da buna Kanuni Esâsî'nin engel olduğunu ileri sürmüş ve hükümetteki görevine devam etmişti. Mustafa Kemal Paşa Ali Rıza Paşa Hükümeti'nden memnun olmamakla beraber Meclisin açılıp görevine başlamasına kadar hükümeti desteklemeye karar vermişti. Bundan amaç Anadolu'ya daha ters bir hükümetin kurulmasına meydan vermemekti.



Sonuç olarak Amasya görüşmeleri millî bir harekete önemli kazançlar sağladı. İstanbul Hükümeti böyle bir görüşmeye istekli olmak ve katılmak suretiyle millî hareketin ve onun temsilcisi Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti'nin varlığını ve gücünü kabul etmiş oldu. İtilaf Devletleri isteklerini sadece İstanbul Hükümeti'nce kabul ettirmekle amaçlarına ulaşamayacaklarını gördüler. Daümat Ferit Paşa Hükümeti'nin istifası Kuvayı Milliye'nin saygınlığını yükseltmiş Millî Mücadele'ye katılanların sayısını artırmıştı. Şimdi de yeni hükümetin bir üyesini amasya'ya Kuvayı Milliyecilerin ayağına kadar göndermesi bu süreci daha da hızlandırmıştı.

Ankara Antlaşması

ANKARA ANTLAŞMASI

(20 Ekim 1921)







Manda rejimi ile Suriye'ye yerleşen Fransa Adana Antep Maraş Urfa'yı İngilizlerden devralınca burada çok güçlü bir Türk direnişiyle karşılaştı. Bu direniş Fransızlara çok ağır kayıp verdirdi. Suriye mandasını tehlikeye soktu. Türk Orduları'nın 1. ve II. İnönü Savaşları ve Sakarya Savaşı'ndaki başarıları Fransa'yı çok etkiledi ve tutumunu değiştirdi. Bu arada İtalyanlar Haziran ayından itibaren sessizce Anadolu'yu terk etmeye başladılar. 5 Temmuz 1921'de ise tamamen terk ettiler. Gerçi Ekim ayında Anadolu'ya bir temsilci göndererek ekonomik ayrıcalıklar istedilerse de Ankara ret etti.



Fransızlar 1921 Mart ayından itibaren Türkiye ile görüşmelere başladılar. Bekir Sami Bey'in Fransızlarla Londra'da yaptığı antlaşma bağımsızlık ilkesiyle bağdaşmadığı için ret edildi. Haziran ayında Franklin Bouillon'u Ankara'ya özel temsilci olarak gönderdiler. Görüşmeler olumlu hava içinde gelişirken Yunan saldırısı başlayınca görüşmeleri askıya aldılar. TürkSovyet yakınlaşması Fransa'yı endişeye itti. Yunan saldırısı karşısında Türkiye'nin Sovyetlerden yardım alması üzerine Fransız basını "Denize düşen yılana sarılır." Türk sözünü hatırlatarak Fransız çıkarlarının tehlikeye düşeceğini belirtiyordu.



Kral Konstantin'in başlattığı saldırıyı "Haçlı Seferi" olarak ilanı Avrupa'da etkili olmuş Sovyetlerin Kemalistlere 150.000 kişilik bir ordu gönderdiği ve Anadolu'ya girdiği haberleri duyulmuştu. Yunan Ordusu'nun başlangıçtaki üstünlüğü Avrupa'da büyük etki yaptı. Fakat Türk Ordusu'nun savaşı kazandığının duyulması bütün umutlan yıktı. Fransız kamuoyunun görüşü ve Hükümetin tutumu değişti. Türkiye gerçegini kabul ettiler. 20 Ekim 1921'de Ankara Antlaşması'nı imzaladılar.





Ankara Antlaşması'nın Hükümleri:



1 Her iki taraf bu antlaşmanın imzalanmasından sonra savaşa son vermeyi kabul ediyorlar.



2 Türk ve Fransız tutuklu ve savaş esirleri serbest bırakılacak



3 Antlaşmanın imzalanmasını izleyen iki ay içinde sözü geçen hattın güneyine Fransız kuvvetleri ve kuzeyine Türk kuvvetleri çekilecek.



4 Boşaltma ve işgal her iki tarafça atanacak bir komisyonca saptanacak yöntemlerle gerçekleşecek.



5 Her iki taraf da boşaltılan bölgelerde tam bir af uygulayacaklar.



6 Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Misakı Milli'de açıkça tanınan azınlıklar hukukunun çeşitli devletler ve bağlaşıkları arasındaki antlaşmalara göre aynı temelde kendisine uygulanacağını bildirir.



7 İskenderun ve Antakya bölgesi için Fransa özel bir yönetim rejimi kuracak buradaki Türk halkına kültürlerini geliştirmek için her tür kolaylık gösterilecek. Türkçe resmi dil olarak kalacaktır.



8 3. maddede sözü geçen hat şöyle çözümlenmiştir: Sınır İskenderun Körfezi üzerinden Payas'ın güneyinden Meydanı Ekbez'e doğru gidecek. Oradan Suriye'ye Karnaba ve Kilis Türkiye'ye bırakılarak Çobanbey İstasyonu'nda demiryolunu izleyecek demiryolu Nusaybin'e kadar Türk topraklarında kalacaktır. Nusaybin ile Cezinei İbn Ömer arasındaki eski yol Türklerde kalarak Dicle'ye varacaktır. Yolda her iki ülke de aynı hakka sahip olacaktır. Bu antlaşmanın imzalanmasını izleyen bir ay içinde her iki taraf temsilcilerinin oluşturduğu bir komisyon bu hattı saptayacaktır.



9 Osmanlı Hanedanı kurucusu Osman Gazi'nin dedesi Süleyman Şah'ın Türk mezarı adı ile anılan mezarın bulunduğu Caber Kalesi Türk Bayrağı altında Türk koruyucuları gözetiminde Türk mülkü olarak kalacaktır.



1OTürkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti PozantıNusaybin arasındaki Bağdat Demiryolu ayrıcalığının ve Adana'daki şubelerinin haklarıyla işletme ve nakliyatı ticaretinin yasal hak ve yararlarıyla Fransız Hükümeti'nin seçeceği bir Fransız grubuna verilecektir. Türkiye Meydanı Ekbez'den Çobanbey'e kadar Suriye topraklarından trenle askeri ulaşım yapabilecektir. Suriye'de Türk topraklarında aynı hakka sahiptir.



11 Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra TürkiyeSuriye arasında bir gümrük anlaşması saptanması için karma komisyon kurulacaktır.



12 Kuveik Suyu Halep Şehri ile kuzeyindeki Türk bölgesi arasında acil bir şekilde bölünecek Halep gereksinmesine göre kendi masraflarıyla Türk toprağından Fırat'dan su alabilecektir.



13 Yerleşik veya göçebe haktan 8. maddede saptanan hattın bu veyahutta öteki tarafındaki otlaklardan yararlanma hakkı veya emlakı veya arazisi olanlar eski haklarından yararlanabileceklerdir. Hayvanlarını veya yavrularını araç ve gereçlerini gümrük veya vergi vermeksizin hattın öte tarafına nakledebileceklerdir. Bunlarla ilgili vergileri oturdukları ülkede vermek ile yükümlüdür.



Anlaşmanın imzalanması sırasında Türk delegesi Yusuf Kemal Bey Franklin Bouillon'a İskenderun ve Antakya bölgesi halkına Türk Bayrağı'nı ihtiva eden özel bir bayrak kullanma hakkının verilmesini istedi ve bu istekleri kabul edildi.



Bu antlaşma ile Birinci Dünya Savaşı öncesi kurulmuş bulunan İtilaf bloğu parçalandı. Versay'da kendisini desteklemeyen ve Almanya'ya yumuşak davranan İngiltere'ye kızan Fransa Türkiye konusunda İngiltere'ye oyun oynuyor ve tek başına hareket ediyordu. İngiltere bu antlaşmayı hayret ve dehşet ile karşıladığını gizlemedi. Fransa Türk cephesinde 6070.000 asker beslemek ve Türklerle savaşmaktan kurtuluyordu. Bu antlaşma yalnızca Güney Doğu Anadolu için imzalanmakla beraber Fransa gibi büyük bir Avrupa devletinin Türkiye'yi ve Misakı Milli'yi resmen tanıması bakımından çok önemliydi. Fransız desteğini yitirdikleri için Kilikya üzerindeki Ermeni hayalleri yıkıldı. 130.000'den çok Ermeni Suriye'ye 30.000 kadar Ermeni de Kıbrıs'a göç etti. Doğu Anadolu'da da 300.000 kadar Ermeni Ermenistan'a göç etti.



Bu antlaşmanın Türkiye'ye siyasi yararlarının yanı sıra askeri bakımdan da büyük yararı oldu. Bu cephenin tasfiyesi ile Türkiye güneyini de güvenceye aldı ve buradaki askerlerini Batı cephesine taşımak olanağı buldu. Fransızlar bölgeyi boşaltırken Türkiye'ye satış ve hibe yoluyla silah cephane bıraktılar.



Sömürge halklarının üzerinde de bu zaferin etkisi görüldü. Avrupa devletlerinin yenilmezliği konusu yıkıldı. Türk zaferi ve Avrupa Devletleri'nin Türkiye karşısındaki yenilgileri sömürgeler halklarına umut verdi.



Bu antlaşma ile Hatay Fransa'ya bırakılmakla Misakı Milli'den ikinci ödün verildi. Batum'dan sonra Hatay yitiriliyordu. Fakat o günün koşulları altında elde edilen büyük kazançtı. Çünkü Türkiye iki büyük cepheyi tasfiye etti. İki büyük ülke tarafından resmen tanındı. Kaldı ki Hatay üzerinde Türkiye haklarından vazgeçmeyecekti. 1923 yılında Adana'ya gelen Atatürk burada kendisini siyah bayrakla karşılayan Hatay temsilcilerine "40 asırlık Türk yurdu yabancı eline bırakılamaz." diyerek kurtuluş için söz vermiş ve sözünü 15 yıl sonra yerine getirmiştir.

Islam tarihi câhiliyye dönemi

Bilgisizlik gerçegi tanimama. Islâm tam bir aydinlik ve bilgi devri oldugu için Arabistan'da Islâmiyet'in yayilmasindan önceki devre daha dar anlami ile Hz. Isa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adi verilmistir.

Cahiliyye insanin Allah'i geregi gibi tanimamasi ona kulluk etmekten uzaklasmasi onun ilâhî hükümlerine degil de kisinin kendi hevâ ve hevesine uymasi insanlarin koydugu emir ve yasaklara siyasî sistem ve düsüncelere inanmasidir. Kur'ani Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçegi bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (elMâide 5/50) buyurulur. Islâm'in hakim olmadigi ortamlar Cahiliyye çaglaridir. Çünkü ilâhî bilginin kaynagindan yoksun olan ortamlardir. Islâm'in gelisinden önceki dönemde yasayan müsrikler Allah'a isyan etmis onun hükümlerine sirt çevirmis bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardi. Cahiliyye Araplari'nin sürdügü hayattan ve içinde yasadiklari ortamdan bazi örnekleri söyle siralamak mümkündür:

Putlara Taparlardi

Cahiliyye insanlari Allah'in varligini kabul etmekle beraber putlara taparlardi. Onlar putlarinin Allah katinda kendilerine sefaatçi olacaklarina inanirlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz" (ezZümer 39/3) derlerdi.

Icki Icerlerdi

Sarap içmek adeti çok yaygindi. Sairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder içki siirleri edebiyatlarinin büyük bir kismini teskil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdigine göre Islâm'da içki Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram kilinmis Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bagirttirarak bunu ilân ettiginde Medine sokaklarinda sel gibi içki akmistir (Müslim Esribe 3)

Kumar Oynarlardi

Cahiliyye çaginda kumar da çok yaygindi. Cahiliyye Araplari kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katilmamak ayip sayilirdi. Onlarin sairlerinden biri karisina söyle vasiyette bulunur:

"Ben ölürsem sen aciz ve konusma bilmeyen iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."

Tefecilik Yaparlardi

Tefecilik almis yürümüstü. Para ve benzeri seyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alirlardi. Borç veren kimse borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin yoksa onu artirayim mi?" derdi. Onun da ödeme imkâni varsa öder yoksa ikinci sene için iki katina üçüncü sene için dört kat ina çikarir ve artirma islemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çesidini haram kilan Allah özellikle Araplar'in bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli Imrân3/130) buyurmustur.

Faiz Oranlari Cok Büyüktü

Faizcilik Araplar arasinda o kadar yerlesmisti ki ticaretle onun arasini ayiramiyorlar; "Faiz de tipki alisveris gibi" diyorlardi. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alisverisi helâl faizi ise haram kilmistir. " (elBakarâ 2/275) buyrulmustur.

Fuhus Cok Büyük Orandaydi

Cahiliyye Araplar'i arasinda fuhus da nadir seylerden degildi. Cariyelerini zorla fuhusa sürükleyenler vardi. Kur'ani Kerîm'de bu hususa isaretle: "Iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhsa zorlamayin. " (enNûr 24/33) buyurulur.

Kocanin birkaç metresi oldugu gibi kadinin da baskalariyla iliskide bulunmasi bazi çevrelerce nefretle karsilanmayan bir davranisti. Fuhusla ilgili Cahiliyye Araplarinin su adetlerini zikredebiliriz:

Kadin âdetinden temizlendikten sonra kocasi ona "su adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadin istenilen adamla beraber olduktan sonra kocasi hamileligi belli oluncaya kadar ona yaklasmazdi. Sonra yaklasabilirdi. Bu iyi bir çocuga sahip olmak için yapilirdi.

Sayilari üç ila on arasinda degisen bir grup erkek kadinin evine girerek sirasiyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadin hamile kalip da dogum yaparsa dogumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çagirir erkekler de zorunlu olarak bu davete istirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanlari biliyo rsunuz dogum yaptim" içlerinden birine isaret ederek "çocugun babasi sensin" derdi. O da bundan kaçinamazdi.

Bazi fuhus yapan kadinlar da taninmalari için kapilarina bayrak asarlardi. Bu tür kadinlardan biri dogum yaptigi zaman teshis heyeti toplanip çocugun kime ait oldugunu tespit ederdi. O da çocugun babasi oldugunu kabul etmek zorunda kalirdi. (Buhârî Nikah 36)

Kadina deger verilmez hak ve hukuku taninmaz adeta bir esya gibi telakki edilip miras alinirdi. Biri ölüp karisi dul kalinca ölenin varislerinden gözü açik biri hemen elbisesini kadinin üzerine atardi. Kadin daha önce kaçip bu halden kurtulamazsa artik onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir dilerse onu bir baskasiyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanir ve kadina bundan birs ey vermezdi. Dilerse kocasindan kendisine kalan mirasi elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadinlara zorla mirasci olmaya kalkmaniz size helâl degildir. " (enNisâ 4/19) buyurulmustur. (Sevkânî Fethu'lKadir I 440).

Yiyeceklerin bazisi yalniz erkeklere ait olup kadinlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanlarin karinlarinda olan yavrular yalniz erkeklerimize mahsus olup eslerimize yasaktir. Ölü dogacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm 6/139)

Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi

Cahiliyye Araplari'nin kötü adetlerinden biri de kiz çocuklarini diri diri topraga gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarini korumak veya ar telakki ettikleri için bazilari da sakat ve çirkin olarak dogduklarindan yapiyorlardi. Kur'ani Kerîm'de su ayetlerde buna isaret edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kiz evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ezZuhruf 43/17) " Diri diri topraga gömülen kiz çocugunun hangi suç la öldürüldügü soruldugu zaman... " (Tekvir 81/89) "Ortak kostuklari Seyler müsriklerden çoguna çocuklarini öldürmeyi süslü gösterirdi. "(elEn'âm 6/137)

Ekin ve hayvanlarini iki kisma ayiriyor bir kismini Allah'in böyle emrettigini sanarak Allah'a veriyor ve bir kismini da Allah'a es kostuklari putlarina ayiriyorlardi. Onlar bu batil inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'in payina düseni aliyorlar onu es kostuklari putlarin payina ekliyorlardi. Ama putlarinin payindan alip öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'in yarattigi ekin ve hayvanlardan O'na pay ayirdilar ve kendi iddialarina göre: "Bu Allah'indir Su da ortak kostuklarimizindir" dediler. Ortaklari için ayirdiklari Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayirdiklari ortaklar i için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (elEn'âm 6/136).

Bir kisim hayvanlarla ekinlerin bazisini dilediklerinden baskasina yasakliyorlardi. Ayrica bir kisim hayvanlara binerken ve keserken Allah'in adinin anilmasina engel oluyorlardi. (elEn'âm 6/138).

Bunun disinda hayvanlarla ilgili su adetleri de vardi:

Deve bes batin dogurup besincisinde erkek dogurursa kulagini çentip serbest birakirlardi. Artik ona binmeyi ve sütünü sagmayi haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi.

Saibe*; dilegi yerine gelen kimsenin putlara adadigi deve idi. Buna da binilmez ve sütü sagilmazdi.

Vasîle*; koyun disi dogurursa kendileri için; erkek dogurursa putlari için olurdu. Sayet biri erkek biri disi olmak üzere ikiz dogurursa disinin hatiri için erkegi de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.

Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alinirsa onun sirti haram sayilir su ve otlakta serbest birakilirdi. Kimse ona dokunmazdi.

Bütün bunlardan baska müsrikler atalarindan devraldiklari birtakim adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunlarin bazilarinin kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklastirdiklarini ileri sürüyorlardi.

Ibn Ishak sunlari aktariyor: "Kureys ya Fil olayindan evvel veya daha sonra meydana geldigini tahmin ettigim bir bid'at ortaya çikardi ki tarihte (Hums) diye anilip asaleti diniye iddiasindan ibarettir." Bunlar: "Biz Ibrahim'in evladiyiz ehli Harem biziz Beyt'in sahibiyiz Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle bizim sahip oldugumuz bu se ref ve itibara sahip degildir. Binaenaleyh biz bu müstesna mevkiimizin seref ve itibarini korumaliyiz. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir seye tazim etmeyip bütün ihtiramatimizi Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ Arafat'ta halk ile bir sirada yan yana omuz omuza durup vakfe etmek sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardi.

Ibn Ishâk devamla: "Kureysliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da basladi. Arafat'a çikmayi Arafat'tan ifazâyi terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken bunlar Müzdelife'ye giderler orada dururlardi. Ve "Biz ehlullahiz Haremi Serif'in hâdimleriyiz" diyerek digerleriyle esitligi kabul etmezlerdi. Fakat bunlar Arafat'ta vakfe etmenin Ibrahim (a.s.)'in dini muktezasi oldugunu bili yorlardi. Kinâne ile Hüzâaogulari da bu hususta Kureys'e iltihak etmislerdi.

Bunlar hac için umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmislerdir. Harem hâricinden gelen herkesin Beyt'in ilk tavafi Siyabi Hums ile tavaf etmelerini kararlastirdilar ve uyguladilar. Bu kararin neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse tavaftan sonra o elbiseyi çikarip atmasi zarûrî idi.

Bu kararlarin ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çiplak; kadinlarin da yalniz önü yirtmaçli kisa iç gömlegi ile tavafa mecbur edilmesidir.

Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26 27 28 31 ve 32. ayetlerinde çiplak tavaf ile birlikte diger bid'atler de yasaklanmistir.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre Ebû Bekr esSiddik (r.a.) Vedâ Hacc'indan (bir sene) evvel Hz. peygamber tarafindan Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiginde Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayrami'nin ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (su iki maddeyi) ilâna memur kilmistir. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! Iyi biliniz bu yildan sonra müsriklerin haccetmeleri çiplaklarin da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktir" demistir. (Sahîhi Buhâri Tecridi Sarih Tercümesi VI13) Fakat onlar bunu kabule yanasmamislar atalarini körükörüne taklide çalismislardir. "Onlara: Allah'in indirdigine ve peygambere gelin dendigi zaman: Atalarimizi üzerinde buldugumuz sey bize yeter' derler. Alalari bir sey bilmeyen ve dogru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mi?" (elMâide 5/104). Islâm topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranislarini tamamen yasaklamistir" (elMâide 5/103).

Bütün bunlara baktigimizda Cahiliyye'nin bir inanma biçimi oldugunu görüyoruz. Cahiliyye; bir seyi gerçegi disinda bilmek anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanin ve toplumun Islâm öncesi ve Islâm disi bir yasayis biçimiyle yasamasi demektir.Dogru yolun ziddi ilmin aksi olan eskiyen ve degisken olan bölgelere kavimlere ve anlayislara göre kurulan her türlü Islâm disi rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.

Kaynak: Islam tarihi

Islam tarihicahiliyyenin diger manasi ve ebrehe

Cahiliyye; insanin insan iradesinin disindaki unsurlar üzerinde toplanmasini temine çalisan insani insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beseriyeti Allah'a ibadetten uzaklastirip herhangi bir adla anilan beserî sistem ve prensiplere itaata zorlayan yönetimin adidir. Insanlari kavimlere renklere tarihlerinin karanlik çagi efsanelerine yönlendiren ayri ayri dil farkliligi sebebiyle ümmet suurundan uzaklastirmaya çalisan her türlü despotizm cahiliyenin bir görüntüsüdür. Kisaca cahiliyye Allah'in hükmünden baska hüküm arayan ve Allah'in hükmünden baska hükme riza gösterenlerin tavri hayat biçimi ve sistemidir.

EBREHENIN KULLEYS KILISESINI YAPTIRISI ve KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI

Habes Necasi nin Yemen Valisi ve Kumandani Eryat'i öldürerek yerine gecen Ebrehetülesrem Hiristiyandir. Halkin Hacc Mevsiminde Hacca gitmeye hazirlandiklarini görünce: "Halk nereye gidiyorlar?" diye sordu. "Mekke'deki Beyti Harami Hacc etmege gidiyorlar!" dediler.Ebrehe "O Beyt neden yapilmistir?" diye sordu.

"Tastan yapilmistir" dediler.Ebrehe "Onun Üzerine ne örtülmüstür?" diye sordu."Bu ülkeden giden Vasail'den (çizgili ince Yemen kumasindan) örtülmüstür. " dediler.Ebrehe "Mesih üzerine yemin ederim ki: ben size ondan daha iyisini yapacagim ! ' ' dedi.Kayser'e yazarak San'a'da bir kilise yapmak istedigini bildirdi ve bu hususta kendisine yardim edilmesini istedi.Kayser Ebrehe'ye sanatkarlarla Mermer ve mozaik gönderdi.Ebrehe meshur Me'rib Kraliçesi Belkisin metrük sarayindan da ise yarayan tas mermer gibi ne varsa hepsini San'a'ya tasittirdi.

Kilisenin insasini çok siki tuttu. Iscilerden her hangi birisi günes dogmadan isinin basinda bulunmayacak olursa Ebrehe'ye götürülür o da ceza olarak o isçinin elini keserdi!

EBREHE'NIN KABE'YI YIKMAYA KALKISMASI

Nitekim isçilerden birisi isinin basina erkence gelmekte gecikmis günes dogmustu.Cezadan bagislanmasini Ebrehe'den rica etsin diye ihtiyar annesini deyaninda getirmisti.Kadincagiz oglunun mazeretini arz edip bagislanmasini dilemisse de Ebrehe "Ben kendimi yalanci çikaramam!" diyerek isçinin elinin kesilmesini emirtti.Bunun üzerine ihtiyar kadin. Demir baltanla vur (elleri kollari kes) bakalim dedi.

Bu gün hakimiyet senin amma her zaman senin degildir. Yarin senden baskasiinin olacaktir ! ' dedi . '

Ebrehe "Onu yanima getiriniz!" dedi. Getirilince kadina "Bu Kirallik benden baskasina da geçecek midir?"diye sordu.Kadin hiç çekinmeden ` `Evet ! ' dedi.Ebrehe Kuleys kilisesinin üzerine cikinca Aden denizini göre bilecek derecede yükseltmek niyetinde idi. Fakat "Bu günümden sonra tas üstüne tas koymayacagim!" diyerek kadinin oglunun elini kesmekten vaz geçti. Halki da çalismaktan af etti Yapilan Kilisenin disindan yüksekligi alt mis zira' idi. 0çten on zira' doldurulmustu.Kiliseye mermer merdivenle çikilmakta idi.Kilise hisarla çevrilmisti Kilise ile hisar arasindaki açiklik her tarafindan iki yüz zira' idi. Kilisenin duvarlari Yemenlilerin Cerup dedikleri süslü taslarla örülmüstü. Taslarin aralarina burçlari andiran ve birbiri içine girmis müselles seklinde yesil kirmizi beyaz sari ve kara taslar konmustu.Kilisenin bütün duvarlari yuvarlak biçiminde kara aban us agaçlari ile bölünmüstü

Agaçlar bir adamin kucaklayabilecegi kalinlikta idi.Örülen mermerlerin yüksekligi bir zira' idi.Mermerlerin Üzerine San'a daginin parlak kara taslarindan onlarin üzerine parlak sari taslarindan onlarin üzerine de parlak ak taslarindan örülmüstü .Kulleys kilisesinin duvarlarinin kalinligi alti zira' kapisinin yüksekligi on zira '  genisligi dört zira' idi.

EBREHE' NIN KABE'YI YIKMAGA KALKISI

Ebrehe kilisenin kapisinin üzerini altin levhalarla kaplatti. altin çivileri birbirlerinden mücevherlerle ayirdi.

Kapiya kirmizi büyük bir yakut yerlestirdi.Kulleys kilisesinin kapisindan girilince 40x80 zira' genisliginde nakisla sac agacindan gümüs altin çivilerle tavanlanmis bir ev vardi.Buradan da sag ve sol taraflardan uzunlugu 40 zira'kadar olan bir sofaya girilmekte idi. Sofanin direkleri cini ile kaplanmisti.Sofadan 30X30zira'genisliginde bir kubbeye girilirdi.Kubbenin duvarlari cini ile kaplan mis olup içinde altin gümüs ile süslenmis çelik levhalar bulunmakta idi.Kubbede günesin dogdugu tarafta 1O X 1O zira genisliginde alaca renkte kara mermer konulmus olup Günes vurdugu zaman içeriden kubbeye bakanlarin gözlerini almakta ve günesin ayin isigini k u b b e n i n içine aks ettirmekte idi.

HALKIN KULLEYS KILISESINI TAVAF VE ZIYARETE ÇAGIRILISI

Ebrehe Kulleys kilisesini yaptirdiktan sonra ona kapicilar bakicilar da tayin etti.Kulleys'in içinde buhur yakilmaga baslandi Kisa zamanda isten misk bulasigindan duvarlar kararip mücevherler görünmez oldu. Ebrehe emr etti. Halk Kulleys'i tavaf ve ziyarete basladilar Ebrehe ayni zamanda bütün Yemen ülkesinde bulunanlara Kulleys'i hacc ve ziyaret etmeleri gerektigini ilan etti.Bu Araplarin çok agrina gitti.Kulleys kilisesine ve onu yaptiran Ebrehe'ye kin bagladilar Hatta bir bedevi Arap Kulleys kilisesinin içerisine pisledi.Bazi Arap kabilelerinden Arabiler Kulleys kilisesinde çalisan hademeleri sarhos ederek kilise içerisine kokmus lesler pislikler attilar.Bunu duyan Ebrehe kizarak bunu muhakkak Araplar yapmistir diyerek öfkelendi ve Kabe'yi yikmak için Necasiden yardim istedi.Necasi yardim maksadiyla elinde bulunan ogünün en iri Fili olan Mahmud`u ve askerlerini gönderdi. Ve Ebrehe Kabe'yi yikmak için yola çikti

Kaynak: Islam tarihi

Islam tarihifil vakasi (ebabil kuslari)

Kâbe'yi yikmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldiran kuslar.

Ebâbil Arapça'da "bölükler sürü sürüler" demektir. Kelime Kur'âni Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir. Fil sûresinde olay söyle anlatilmaktadir: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yapti? Onlarin tuzaklarini bosa çikarmadi mi? Üstlerine sürü sürü kuslar gönderdi. Onlara çamurdan sertlesmis taslar atiyorlardi. Nihâyet onlari yenilmis ekin yapragi gibi yapti." (elFil 1I5/15).

Bu olay Hz. Peygamber'in dogdugu yil olmus ve orduda bulunan fil/fillerden dolayi Araplar arasinda "Fil Vak'asi" geçtigi yil ise "Fil Yili" olarak meshur olmustur. Olay kaynaklarda söyle zikredilmektedir:

Habesistan Krali Necâsi Ashame'nin Yemen'e hükümdar tâyin ettigi Ebrehe b. Sabbah elEsrem Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a sehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapinak (kilise) yaptirdi. Ancak tapinaga gelen olmadigi gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu ögrenen Ebrehe çok kizdi ve Kâbe'yi yikacagina yemin etti. Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adli fili önde oldugu halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 57I veya 571 yilinda altmis bin asker ve on yahut dokuz fille yola çikti. (Ibnü'lEsir elKâmil fi't Târih Nsr: Tornberg Beyrut 1965 I 442).

Ebrehe yolda Yemen krali Zû Neferi bozguna ugratti ardindan Has'amlilari yendi ve bunlarin Nufeyl b. Nubeyb adindaki liderinin hayatini bagislayarak kendisine Mekke'ye gidiste rehber yapti. Taif'teyken Sakif'liler tanrilari Lât'i korumak ugruna Ebrehe ile isbirligine yanasip Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler. Ebrehe'nin fillerin destegindeki muazzam ordusunun karsisinda hiçbir ordu dayanamadi ve Kureys'liler bu gelise bakarak Kâbe'nin yikilacagina kesin olarak inanmaya basladilar.

Abdülmuttalibin Ebrehe ile Görüsmesi

Mekke yakininda Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadirlarini kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri yagmaladilar. Burada Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardi. Ebrehe'nin elçisi Hinata elHimyeri Mekke'ye giderek Kureys'lilerin ileri gelenleriyle görüstü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi biraktiklari takdirde onlara saldirmayacaklarini" söyledi. Onlara sadece Kâbe'yi yikmak için geldiklerini kendileri ile savasmayacaklarini bildirdi (Ibnü'lEsir a.g.e. s.443).

Abdülmuttalib "Biz onunla savasmak istemiyoruz buna gücümüz de yetmez. Orasi Beytullah'tir eger korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüsmek üzere Ebrehe'nin yanina vardi. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karsilayan Ebrehe Abdülmuttalib develerini isteyince söyle dedi: "Seni ilk gördügümde gözüme büyük bir sahsiyet olarak görünmüstün. Ama sen Kâbe'nin korunmasini isteyecegin yerde develerinin pesine düsünce gözümden düstün." Abdülmuttalib "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var O onu korur" dedi.

Abdülmuttalib develerini alip Kureys'lilerin yanina döndü onlara olup biteni anlatti ve hepsi muhtemel bir katliâma karsi Mekke'den ayrilip daglara çekildiler.

Fillerin Yere Cökmesi

Sabaha karsi Ebrehe Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil sehre yaklâsinca yere çöküverdi; kalkmasi için çok ugrastiklari halde kalkmadi. Öteki fillerin de Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri baska bir yöne yöneltildiklerinde kosarak kaçmaya çalistiklari görüldü. Bu mucizeyi olayin sihhati Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Kusva adli devesinin Mekke yakinlarinda çökmesi olayinda Nebi (s.a.s.)'in söyledigi sözlerle sâbit olmustur: Devesi çökünce Rasûlullah'in ashâbi "Deve çöktü" dediginde Rasûlullah; "Hayir Kusva çökmedi yalniz onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmustur. Buhâri ve Müslim'de Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'nin fethi günü söyle dedigi nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alikoydu. Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün oldugu gibi bugün de oranin hürmeti iâde olmustur. Dikkat edin hazir olan olmayana bildirsin. "

Kuslarn Ebrehe Ordusuna Saldirmasi

Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafindan dahâ önce o bölgede hiç görülmemis kirlangica benzer kus sürüleri bir anda ortaya çikarak Ebrehe ordusuna saldirdilar. Gaga ve pençelerinde tasidiklari taslari ve çamurdan balçiklari askerlerin üzerine biraktiklarinda onlar kurumus paramparça olmus agaç yapraklari gibi dagildilar. Rehberleri Nufeyl kaçti askerler kus saldirisinda telef olup feci sekilde öldüler; yolda kalanlar geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mucizeyi daglardan seyrederken Allah'in irâdesi karsisinda hayret ve dehset içindeydiler. Ebrehe bu saldirida etleri parçalanmis çürümüs halde San'aya dönerken Hasm kabilesinin yasadigi bölgede gögsü ikiye yarilarak acikli sekilde öldü (Kadi Beydâvî Envârü'tTenzil Fil Sûresi tefsiri).

Kuslar ve attiklari taslar hakkinda çesitli rivâyetler vardir. Bu olay Rasûlullah'in dünyaya geldigi yilda vukû buldugundan Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayilmistir. Muhammed b. Ishak ve Ikrime o yil çiçek hastaliginin Mekke'de yayginlastigini söylemislerdir. Muhammed Abduh (v. 19I5) bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin "sinekler" oldugunu ayaklarinda salgin hastalik mikrobu tasiyan sinek sürülerini Allah'in Ebrehe ordusuna musallat kildigini belirtmektedir. Yeryüzünün en ihtisamli ordusu ve hayvanlari (filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlilarla mikroplarla helâk etmistir. Bu görüsü yukarida zikrettigimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b. Ishak da kaydetmistir.

Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh Resid Riza ve diger bazi müfessirlerin Allah'in olaganüstü fevkalâde harikulâde mucizesi ile bu Allah düsmani orduyu helâk edisini dile getirmeleridir. Tefsirlerde kuslarin mâhiyeti hakkinda degisik görüsler bulunmaktadir. Ibn Abbas ile Dahhak Ebâbil'i "birbiri arkasindan gelenler" diye yorumlamislardir. Hasani Basri ile Katâde "çok" mânâsina; Ibn Zeyd "çesitli sagdan soldan gelenler" mânâsina; Mücâhid "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsina geldigini söylemislerdir. Kuslarin bölük bölük karisik türde olduklari anlasilmaktadir. Rivâyetlerde kuslar; kirlangica keklige sigirciga yarasaya hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .

"Siccil" kelimesi tas ve çamur demektir. Yahut çamurla sivanmis tas anlamina gelir. "Asf" kelimesi agaç yapragi anlamina gelir. Haserelerin agaç yapragini yiyip ufalttiklarinda yaprak yenik yenik hale gelir ki sûrede anlatilmak istenen budur.

Sûrenin anlami; Allah'in Kâbe'nin müdafaasini müsriklere birakmadigini saldirganlari alisilmadik sekilde helâk ettigini bize anlatmaktadir.

Olayin Gerceklestigi Yer

Fil olayi Müzdelife ve Mina arasindaki Muhassab vadisi arasinda bulunan Muassib'da meydana gelmistir. Müslim ile Ebû Dâvûd Câbir'den rivâyetle onun söyle dedigini yazarlar: "Rasûlullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettigi zaman Muassib vadisin de hizlanmisti." Imam Nevevî bunu söyle izah etmistir: "Ashâbi Fil olayi burada cereyan etmistir. Onun için sünnet olan hacilarin buradan hizla geçmesidir" (Mevdûdî Tefhimul Kur'an Trc: Muhammed Han Kayani ve digerleri Istanbul 1988 VII 238)

Imam Mâlik de Hz. Peygamber'den "Müzdelife durma yeridir ama Muassib vadisinde durulmamalidir" hadisini nakleder.

Müsrik Kureyslileri bu olay o kadar etkilemistir ki üç yüz altmistan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmislardir. Fil sûresin de Allah Ashâbi Fil'in aci âkibetinin fecâatine sadece ana hatlariyla deginmis ve müsriklere Hz. Muhammed (s.a.s.)'in dâvetine karsi çiktiklarinda onlarin baslarina gelebilecek acikli azabi hatirlatmistir.

Kaynak: Islam tarihi

Islam tarihihasimîler

Peygamberimizin atasi Abdülmenaf'in oglu Hâsim'in soyundan gelenlere verilen isim.

Hâsim ticaretle ugrasan zengin ve cömert biriydi. Asil adi Amr'dir. Rivayete göre bir kitlik yilinda Filistin'e giderek oradan un satinalmis ve Mekke'ye getirerek ekmek yaptirmis kestirdigi hayvanlarin et suyuna ekmek dagitarak tirid ikraminda bulunmustur. Bu nedenle Arapça'da kirmak anlamina gelen (heseme) fiilinden müstak olan Hâsîm adi verIlmistir (Ebu Ca 'fer Muhammed b. Cerîr etTaberi "Tarîhü'rRusül ve'lMillûk" nsr. Anneles III1088; Ibnu HIsam "esSîretil'nNebeviyye I 107).

Taberi'ye göre; Hâsim Rûm ve Gassân hükümdarlarindan Kureys için dokunulmazlik hakki saglamis Sam'a yaz seferleri Yemen'e de kis seferlerini O ihdas etmis bilahere bu bir âdet haline gelmistir. Yine Taberî'nin rivayetine göre Hasîm bir seferinde Medine'ye ugramis Amr b. Zeyd'e misâfir olmus Amr'in kizi Selma'yi görüp onunla evlenmek Istemisti. Baba kizinin kendi yaninda dogum yapmasini sart kostu. Hasîm de bu sarti kabul edip Sam'a gitti. Dönüsünde Selma ile evlendiler. Hasîm Selma'yi alip Sam'a götürdü. Dogum yapma günü yaklasinca O'nu alip Medine'ye babasinin evine getirdi kendisi tekrar Sam'a döndü.

Hâsim'in dört oglu ve bes kizi vardi. Soyu çocuklarindan Seybe (Abdulmuttalib) ile devam etmis ve bu soydan gelenlere Hâsimogullari (Benu Hâsim) denmistir. Hâsim'in Abdulmuttalib'den baska erkek çocuklarinin nesilleri devam etmemistir (Taberî a.g.e. III 1082).

Hasîmîler Kureys Kabilesinin bir koludur. Peygamberimiz de bu boydandir. Hasîmîler Islâmiyetten önce de hem Mekke'nin hem de Kureys Kabilesinin yöneticisiydi. Çok onurlu bir is sayilan Kâbe bekçiligi ve hac Isleri ne bakmak da ayni ailenin elindeydi.

Hasîmîler ile Kureys Kabilesi'nin bir baska kolu olan Emevîler arasinda öteden beri bir çekisme vardi. Rivayete göre Hasîm ile kardesi Abdu Sems Ikiz olarak dünyaya gelmisler bunlardan birinin parmagi digerinin alnina yapisik iken ayrIlmis bu esnada kan akmis bundan da ileride bu Iki kardes arasinda kan dökülecegi sonucu çikarIlmis (Taberî a.g.e III 1089).

Islâmiyet'ten sonra bu çekisme bir süre diner gibi olur. Ancak Hasimîler'den olan Hz. Ali'nin halife seçIlmesiyle çekisme yeniden alevlenir. Emevîlerden Muaviye Sam'da güçlü bir yönetim kurmus ve Hz. Ali'ye isyan edip savas açmisti. YenIlmek üzere olan Muaviye entrika ile savasi kendi lehine çevirmeyi basarmis neticede mücadeleden galip çikmisti. Bundan sonra Emevîler Islâm Dini'nin getirdigi halifeligin sûra ile belirlenmesi usulünü kaldirdilar. Halifelik babadan ogula geçen bir saltanat kurumu haline geldi. Ancak bu durum çok sürmedi. Halk yer yer Emevîlere karsi direnise geçti. Bu arada Hz. Ali'nin oglu Hasan zehirlenerek öldürüldü. Ikinci oglu Hüseyin ise bütün aile üyeleriyle birlikte Kerbelâ'da kiliçtan geçirilerek sehid edildi. Fakat sonradan Emevîler Hâsimîlerin bir kolu olan Abbasiogullari (Peygamberimizin amcasi Abbas'in soyundan gelenler) tarafindan ortadan kaldirildilar. Son Emevî hükümdari Mervan elHimer (esek Mervan) da öldürüldü ve iktidarlari böylelikle son buldu (132/750).

'Tarihe Abbâsî saltanati adiyla geçen Hasîmogullari'nin bu seferki iktidarlari Ebu'lAbbâs esSaffah (kan dökücü) ile basladi. Mogol hükümdari Hülâgu'nun saldirilarina maruz kalan bu devlet de 1258 tarihinde ortadan kaldirildi.

Hasîmogullari bu tarihten I. Dünya savasina kadar Mekke Serifligi gibi sembolik ve mahalli bir görevin disinda önemli bir rol oynamadilar. Mekke Serifi Hüseyin b. Ali (18521951) Ingilizlerle anlasarak I. Dünya savasinda Osmanlilara karsi ayaklanmis Osmanlilar yenilerek Arap topraklarindan çekilince kendisini Hicaz krali ilân etmisti (1916).



Daha sonra Necid prensi (Suudi Arabistan Devleti'nin kurucusu) Abdülaziz b. Suud (18801953) Hüseyin'i Hicaz'dan çikartti. Ancak Hüseyin 0ngilizlerin destegini saglayarak oglu Faysal'i Irak'a Abdullah'i da Ürdün'e kral yaptirdi. Ürdün'e kral olan Abdullah Filistin'in bölünmesi konusunda 0srail ile anlastigi iddiasiyla Filistinli bir genç tarafindan öldürüldü. Hâsimî iktidari Irak'ta 1958 yilina kadar sürdü. 14 Temmuz 1958 günü basta kral II. Faysal olmak üzere ailenin birçok mensubu öldürüldü ve yapilan askerî darbe ile Hâsimîlerin bu ülkedeki iktidarlari son bulda.

Ancak bugünkü Ürdün krali Hüseyin kendisinin Hasîmî soyuna mensup oldugunu iddia etmektedir.

Islam tarihificâr savaslari

Câhiliye döneminde müsrik Araplar arasinda haram aylar dan birisinde yapilan savaslar.

Islâm'da yasak oldugu gibi câhiliye döneminde de Müsrikler arasinda haram aylarda savas yapmak kan dökmek haksizlik ve kötülüklerde bulunmak yasaklanmis idi. Muharrem Receb ZIlkâde ve Zilhicce aylarindan olusan bu aylarda yasagin ihlâl edIlmesi büyük bir günâh ve suç sayiliyordu.

Bu telâkkiye ragmen câhiliyye döneminde zaman zaman haram aylarin kudsiyeti çignenmis kanli bazi savaslar meydana gelmisti. Iste bu savaslar müsrikler tarafindan günâhin islendigi savaslar anlamini ifade etmek üzere "ficâr savaslari" diye adlandirIlmistir.

Arap tarihinde dört ficâr savasi vukû bulmustur. I. ficâr savasi Gifâr kabilesinden bir sahsin Ukâz Panayiri'nda ayaklarini uzatip oturarak "Araplarin en sereflisi benim!" demesine kizan bir sahsin kiliciyla onun ayaklarini kesmesi üzerine Iki tarafin adamlari arasinda cereyan etmistir.

II. Ficâr savasi Kureys'ten Benû Amir ile Kureys'ten Benû Kinâne arasinda meydana gelmistir. Yine Ukâz Panâyiri'nda Benû Amir'den bir kadina Kinâneogullarindan bazi gençlerin sarkintilik etmesi bu savasa sebep olmustur.

III. ficâr savasi ise Kinâneogullarindan bir sahsin Âmirogullarindan birisine olan borcunu zamaninda vermedigi gibi oyalama cihetine gidip ödemeye yanasmamasi sebebiyle bu Iki kabile arasinda ortaya çikmistir.

IV. ficâr savasi ise Kinâneogullarinin yanisira Kureys ile Hevâzin'in Kaysi Aylân kabileleri arasinda meydana gelmistir. Hire hükümdarinin çikardigi bir kervana kilavuzluk ve muhafizlik etme konusunda aralarinda ihtilâf ve husûmet çikan Kinâneogullarina mensup bir sahsin Kaysi Aylân'dan birisini öldürmesi bu savasa sebep teskil etmistir. Kinâneogullarinin yaninda Kureys'in diger sülâleleri de savasa katIlmis bu arada Peygamber efendimiz de amcalariyla birlikte bu savasta bulunmustur. Ancak likle kabul edildigine göre o sirada yirmi yasinda olup savasabilecek güçte olmasina ragmen sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcasina vermekle yetinmistir. Sonunda bu savas Iki tarafin ölülerinin sayilip ölüsü fazla olan tarafa fazlalik miktarinca diyet verIlmesi karari ile sulha baglanarak neticelendirIlmistir.

Peygamberligi ve mekke dönemi

Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldigi bir sirada kirk yasinda iken yine böyle bir uzlet aninda Hira magarasinda Cenâbi Hakk'in peygamberlere vahiy getirmekle görevli melegi Cebrâil (a.s) O'na ilk vahyi Alak Sûresi'nin ilk bes âyetini getirdi. Artik Allah'in Rasûlü insanlari hak din olan Islâm'a çagirmakla görevli idi. O bu görevine ailesi halkindan ve hak davaya gönül verebilecek yakin arkadaslarindan gerçegi kabul edebilecek kabiliyetde olan fitrati bozulmamis düsünme istidadi körelmemis kisilerden basladi. Ilk önce O'nu sevgili esi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir çocuklardan Hz. Afi âzadli kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi. Ardindan Hz. Ebûbekir'in de araciligiyla Hz. Osman Abdurraliman b. Avf Zübeyr b. elAvvâm Talha b. Ubeydullah Sa'd b. Ebî Vakkâs Ebû Ubeyde b. elCerrah Sa'id b. Zeyd Abdullah b. Mes'ûd gibi sahsiyetler müslüman oldular. Hz. Peygamber ilk üç yil davetini gizli sürdürdü. Yalniz bu gizlilik Islâm'in esaslari ve prensipleri açisindan degildi. Islâm sir perdeleri arkasinda gizli sakli esrarengiz ve gizemli anlasilmaz bir takim düsünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din degildi. Onun esaslari gayet açik net anlasilir sâde ari duru olup akil ve mantiga da uygun idi. Ayni sekilde bu gizlilik Islâm'in sadece belli bir zümreye has bir grup dini olusundan da degildi. Aksine Islâmiyet cihansümûl bir din olup bütün bir beseriyetin hidayet ve saâdetini hedeflemisti. Ancak Hz. Peygamber'in ilk üç yil davetini gizli sürdürmesi çevredeki insanlarin Islâm'a karsi takindiklari düsmanca tavirdan inanç ve ibadet hürriyeti tanimayacak kadar insafsiz ve bagnaz oluslarindan kaynaklaniyordu. Müslüman olanlarin mallarina ve canlarina bir zarar gelmemesi filizlenmekte olan Islâm davâsina acimasiz bir balta vurulmamasi açisindan gizli davete gerek duyulmustu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini likle davet merkezi edindigi Dâru'lErkam'dan yürütmüstür. Burasi ilk iman edenlerden elErkam b. Ebi'lErkam'in* Kâbe karsisinda Safâ tepesi yamaçlarindaki evi idi. Ilk müslümanlardan bir çogu Islâm'i burada kabul etmisler Hz. Peygamber'in egitimine burada mazhar olarak Islâm'in essiz esaslarini ruhlarina ve hayatlarina burada naksetmislerdi. Hz. Peygamber burada Islâm davâsina gönül baglayarak mallarini ve canlarini bu hak davâ ugrunda fedâdan çekinmeyen sâdik vefâli ve ihlâsli bir kadroyu olusturmakla mesgûldü. O biliyordu ki böyle bir kadro olmaksizin Islâm davâsinin ortaya çikip yayilmasi mümkün degildir. Bu bakimdan Hz. Peygamber'in bu devredeki icraati ashabini birbirine kenetlendirmis ve aralarinda mükemmel bir baglilik olusturmustu.

Iste Hz. Peygamber Islâm davâsi etrafinda böyle bir kadro olusturduktan sonra peygamberligin dördüncü yilindan itibâren Islâm'i açik açik teblig etmeye basladi. Kureys müsriklerinin Islâm'i engellemek için basvurduklari çok çesitli çareler Hz. Peygamber'e ve Islâma samimiyetle bagli kadro elemanlarina engel olamiyordu. Bu arada Mekke müsrikleri özellikle korunmasiz müslümanlara insaf ve vicdana sigmayan eziyet ve iskencelerde bulundular. Bu iskenceler karsisinda Hz. Peygamber isteyen müslümanlarin Habesistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince nübüvvetin bes ve altinci yillarinda müslümanlardan birer grup I. ve II. Habes hicretlerini gerçeklestirdiler. Mekkeli müslümanlarin böylece Mekke hâricine Islâm'i tasimalari müsriklerin hinç ve kinini artirmisti. Ama Cenâbi Hakk'in yardim ve inâyeti sebebiyledir ki Islâm'a gösterilen bu düsmanliklar bile hak dinin yayilmasina yardimci oluyordu. Meselâ azili müsriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz. Peygamber'e yaptigi sözlü ve fiili bir satasma Kureys arasinda sahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza'nin müslüman olmasini sagladi. Ardindan Mekke idare meclisi Dâru'nNedve'de alinan Hz. Peygamber'i öldürme kararini uygulamak için harekete geçen güçlü sahsiyet Ömer b. elHattâb Hz. Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslinda ayaklari onu hidâyete sevkediyor ve Ömer'in gücü Islâm saflarina yeni bir heyecan ve sevk katiyordu. Arka arkaya Hz. Hamza'nin ve Hz. Ömer'in müslüman olmalari Kureys müsriklerinin gözünü bir süre yildirmis artik müstümanlara dokunamaz olmuslardi. Iste bunu izleyen günlerde Habes muhâcirlerinden bir kismi Mekke'ye geri döndü. Ancak bu sirada müsrikler yeniden siddete baslayip cehâlet ve bagnazlikla baglandiklari ata dinlerini zulme dayali oldugu için Islâm'in ortadan kaldiracagi sahsî çikar ve menfaatlerini bâtil tahakküm ve zorbaliklarini kurtarabilmek için akil almaz çarelere basvurmuslardi. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar hem de müslümanlari koruyan Hâsimogullari peygamberligin yedinci senesi ile onuncu senesi arasinda tam üç yil devam eden bir boykot ve muhâsaraya marûz kaldilar. Mekkeliler ne müslümanlarla ne de onlari koruyan Hâsimogullari ile hiç bir münâsebette bulunmayacaklarina her türlü iliskiyi keseceklerine onlarla hiç bir sekilde alisveriste bulunmayacaklarina oturup kalkmayacaklarina kiz alip vermeyeceklerine dair bir karar almis bu karan yazdiklan sahifeyi Kâbe'nin iç duvarina asarak dinî bir hüviyet de vermislerdi. Bu karara muhâlefet eden hem vatana hem de dine ihânet etmis sayilacak ve en agir sekilde cezalandirilacakti. Mekkeliler tarafindan üç yil süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar elbette müslümanlara sikintili güç günler yasatmistir. Peygamberligin onuncu yilinda bu karar iptal edilip boykot ve muhâsara kaldirildigi vakit müslümanlar pek ziyade sevinme imkâni bulamadilar. Çünkü çok geçmeden Hz. Peygamber iki büyük yakinini amcasi Ebû Tâlib'i ve esi Hz. Hatice'yi üç gün arayla ardi ardina kaybetti. Rasulullâh'in üiüntüsüne müslümanlar da katildilar ve bu seneye Hüzün yili* adini verdiler. Özellikle Ebû Talib'in vefati Hz. Peygamber'in Mekke'de Islâm'i teblig etmesini bir hayli güçlestirdi. Çünkü Ebû Tâlib'in sagliginda Mekkeliler Ona hürmet duyduklari için himayesine aldigi yegenine dokunmuyorlardi. Simdi bu himaye ortadan kalktigi için Hz. Peygamber her yerde satasma ve engellemelerle karsilasiyordu. Böyle bir ortamda Islâm'i teblig etmek âdeta imkânsiz hâle geldiginden Hz. Peygamber Islâm'i kabullenecek yeni bir kitle aramaya basladi. Bu sebeple de azadli kölesi Zeyd b. Hârise ile birlikte bir gün gizlice Tâif'e gitti. Ancak dolayli akrabalarindan olan reislerinden gördügü alayli ve acimasiz muâmele Hz. Muhammed'in derhal Mekke'ye geri dönmesini gerekli kildi. Hz. Peygamber sehirden gizlice çikmisti. Sayet bu durum Mekkelilerce ögrenilmisse onun gidisi ülke disina kaçma olarak degerlendirilebilir ve kendisi siyâsi suçlu sayilabilirdi. Bu düsüncelerle Hz. Peygamber sehre ancak bir emân ve himâye altinda girmek gerektigine kanâat getirerek müsriklerin ileri gelenlerinden Mut'im b. Adî'nin himâyesini sagladi ve onun korumasi altinda sehre girdi.

Yillar boyu Mekkelilerin Islâm'a karsi gösterdigi kin; düsmanlik ve engellemeler üç yil süreyle devam eden ve insafsizca uygulanan toplumdan dislanma ve muhâsara olayi ardindan Ebû Tâlib'in ve Hz. Hatice'nin vefatlari dolayisiyla Hz. Peygamber'in himayesiz kalmasi ve Mekkelilerin satasmalarina mâruz kalmasi bunu tâkiben de Tâif halkinin horlayici tavn her ne kadar Allah Rasûlünün ümit ve azmini kiramamis davet sevk ve istiyakini azaltamamis ise de süphesiz bir beser olarak O'nu üzmüs ve rencide etmisti. Iste böyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve Kur'an'dan sonra en büyük mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi. Cenâbi Hak Rasûlünü teselli etmek bunca gördügü düsmanliklara ragmen gösterdigi sabir ve sebat dolayisiyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak üzere katina çagirdi ve Hz. Peygamber'in Isrâ ve Mirâc mûcizesi gerçeklesti. Bir gece vakti Hz. Peygamber bir an ifade edilebilecek çok kisa bir zaman dilimi içinde önce Mekke'den Kudüs'e gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çikti; dünya ötesi âlemi Cennet ve Cehennem'i müsahede etti. Böylece rûhen takviye görmüs Rabbi tarafindan mükâfaatlandirilmis olarak tekrar ayni anda Mekke'ye döndü.

Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) Islâmî tebligine yine devam ediyordu. Fakat Islâm'in kitlesi olacak zümreyi arayisi likle Mekke'ye dis kabilelerden hac umre veya ticaret gibi maksatlarla gelen yabancilar arasinda oluyordu. Önceleri bu tesebbüsü bazen olayli bazen sert nâzik veya mütereddit ama hep menfi bir tavirla karsilaniyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine'nin Hazrec kabilesinden alti kisi Akabe adi verilen yerde Hz. Peygamber'le karsilasip kisa bir görüsmeden sonra O'na iman ettiler. Bu alti Medineli sehirlerine dönüste Hazrec ve Evs kabileleri arasinda Islâm'i yaydilar. Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi Evsli onu Hazrecli oniki kisilik bir heyet yine Akabe'de Hz. Peygamber'le bulusup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'ati olarak tarihlere geçen bu görüsmenin akabinde Hz. Peygamber Islâm kadrosunun ilk elemanlarindan Mus'ab b. Umeyr'i davetçi olarak Medine'ye gönderiyordu. Mus'ab'in Medine'de bir yil süreyle yaptigi faâliyet öylesine verimli olmustu ki Islâm'in bahsedilmedigi ve girmedigi bir ev hemen hemen kalmamisti ve Medineliler Allah Rasûlünü sehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir kivâma erismislerdi. Peygamberligin onüçüncü yilinda Medine'den gelen daha kalabalik bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le bir gece vakti gizlice bulusup II. Akabe Bey'ati'ni gerçeklestiriyor ve sehirlerine göç ettigi takdirde Hz. Peygaber'i ve Mekkeli müslümanlari mallari ve canlarini koruduklari gibi koruyacaklarina and içiyorlardi. Iste bu and ve karsilikli söz vermelere Islâm tarihinde "Akabe bey'atlari * " adi verilmistir.

HICRET VE ISLÂM DEVLETI:

Mekkeliler bu görüsmeleri haber aldiklari zaman baslatilan yeni baskilar müslümanlara hicret kapilarini açti. Hz. Peygamber'in izni ile Ashâbi kirâm gruplar halinde ve çogunlukla gizlice sehri terkedip Medine yolunu tuttular. Artik sehirde Hz. Peygamber ve ailesi Hz. Ali Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamis olanlarla yakinlari veya akrabalari tarafindan hicretleri engellenmis kimseler kalmisti. Müslümanlarin Medine'de toplanarak zinde bir güç olusturmalari Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmustu. Bu günlerde sik sik olaganüstü toplantilar yapan müsrikler gizli bir celsede karsilasilan bu zor problemi çözme yollarini aradilar. Yegâne kurtulus yolu olarak Hz. Muhammed'in öldürülmesi görüldü. Kararlastirilan komplonun icrâsi için hazirliklar yapilirken Cebrâil (a.s) vâsitasiyla durumdan haberdâr olan Hz. Peygamber de hicret için hazirliga koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadasligi yapacak Hz. Ebûbekir'le önceden hazirladigi plân geregince geceleyin Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldigi zaman Ensâr ve Muhâcirûn'un O'nu karsilamasi son derece heyecanli ve içten olmustu. Hz. Peygamber bu köy halkinin ricasi üzerine burada bes gün istirahat etti ve bu kisa istirahati sirasinda bilfiil kendisi de çalisarak bir mescid insâ ettirdi. Kubâ'ya gelisinin besinci günü sabahleyin buradan ayrilarak Medine sehrine yöneldi. Günlerden cuma idi. Ögle vakti Rânunâ adli mevkiye gelindigi vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardindan ilk cuma namazini kildirdi. Sonra yoluna devam etti. Sehirde bir bayram havasi vardi. Büyük küçük herkes yollara dökülmüs coskun bir tezâhürât sevgi ve saygiyla Hz. peygamber'i karsiliyor sehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmis olmamak ve hiç kimseyi kirmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettigi devesi Kasvâ kendi hâline birakildi; devenin çöktügü yere en yakin evde Hz. Peygamber misafir olacakti. Deve sehrin orta tarafinda iki yetim çocuga ait bos bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine ait hânei saâdetleri insâ edilinceye kadar buraya evi en yakin olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd elEnsârî Hazretlerinin evinde misafir kaldi.

Böylece Hz. Peygamber'in hayatinda ve davet faâliyetinde yeni bir dönem Medine dönemi baslamis oluyordu. Medine'de Hz. Peygamber Islâm'a kucak açmis büyük bir kitleye kavusmustu; Islâm'in bagimsizligi ve hâkimiyetini ilân edecegi bir vatana da sahipti. Artik yapilacak sey bu vatan sathinda Islâm cemâatini teskilatlandirmak insanlarin birbirleri ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkin hâkimiyetini saglayarak etrafa yaymakti. Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardi. Peygamber Efendimiz bu ihtiyaci gayet iyi bildiginden artik Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibâren O'nun davet merhaleleri arasinda "devletlesme diye adlandirdigimiz safhayi gerçeklestirmek üzere çaba sarfetti. Kurulus günlerini yasayan Islâm devleti'nin idâre merkesi htikümet binasi harp karargâhi vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i insâ etti. Mescide bitisik olarak bina edilen suffa Islâm cemâatinin bütün Islâmî meselelerde egitildigi ve gerekli bilgilerin ögretildigi önemli bir egitimögretim müessesesi oldu. Bu siralarda okunmaya baslanan ezan sadece namaz vaktinin geldigini bildiren bir ilân degil ayni zamanda Islâm hâkimiyetini âleme haykiran bir sembol ve siâr idi. Komsu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sinir tespiti gerçeklestirilmis ve bu sinirlar içerisindeki müslümanlarin gücünü belirleme açisindan Hz. Peygamber'in emri üzerine nüfus sayimi yapilmisti. Ensâr'dan bir kisi ile muhâcirûn'dan bir kisinin bir araya getirilerek Islâm toplulugunun ikiser ikiser kardeslestirilmesi ameliyesi demek olan muâhât * baska bir çok faydalari yanisira Islâm devleti'nin asil unsurunu olusturan müslümanlar arasinda tam bir kaynasma ve dayanisma sagliyordu. Yine ayni senede hazirlanan anayasa müslümanlari oldugu kadar Medine'de bulunan müsrikleri ve Yahudileri de kapsamina alarak Hz. Peygamber'in devlet baskanligini bu gayri müslim azinliklara da kabul ettiriyor ve ayni ülkede yasayan vatandaslar olarak bu insanlar Islâm'in hakimiyet ve korumasi altina alinarak devlet açisindan güvenligin saglanmasi hedefleniyordu.

Kaynak: Islam tarihi

Habesistan hicreti

Müslümanlarin Mekke müsriklerinin zulmünden kurtularak Islâm'in öngördügü biçimde özgürce yasayabilmek amaciyla Habesistan'a yaptiklari göç. Müslümanlar ilki Hz. Muhammed'in peygamberlikle görevlendirilisinin besinci yilinda (614) ikincisi de altinca yilin (615) baslarinda olmak üzere iki defa hicret ettiler. Bu hicretler birinci Habesistan hicreti ve ikinci Habesistan hicreti olarak adlandirilir.

Kur'an'da hicret cihaddan sonra en önemli eylem olarak degerlendirilir. Bunun nedeni açiktir. Bir mümin için en önemli sey imani ve imaninin gereklerini yerine getirerek Allah'in rizasini kazanmaktir. Gerçek bir mümin kendi ülkesinde yasadigi çevrede bu amacina ulasamiyorsa yurdunun isiningücünün malinin mülkünün akraba ve dostlarinin hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bunlarla imani arasinda seçim yapmak zorunda kalan insan imani seçiyorsa ancak o zaman gerçek bir mümindir. Bu nedenle Mekke'de müminler müsriklerin baski ve iskenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasina dogru gelince Kur'an onlari hicretin anlam ve önemini bildiren ayetlerle muhtemel bir hicrete hazirlamaya basladi. Bu konudaki bir ayette "De ki: Ey iman eden kullarim Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatinda güzel davrananlara güzellik var. Allah'in arzi genistir. Ancak sabredenlere mükafatlari hesapsiz ödenecektir" (ezZümer 39/1I) buyrularak bir hicretin gerekebilecegi ima edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah ugrunda hicret edenleri dünyada güzelce yerlestirecegiz; ahiret mükafati ise daha büyüktür" (enNahl16/41) ayeti ise müminleri hicrete açikça tesvik eder.

Kur'an bir yandan müminleri hicrete hazirlarken diger yandan da hristiyanlik ve Hz. Isa hakkinda gerekli bilgilerle donatiyordu. Habesistan hicretinin hemen öncesinde gelen Meryem suresi müminleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrica müminlere hristiyanlarla nasil mücadele etmeleri gerektigi ögretildi: "Içlerinden zulmedenleri hariç kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de size indirilene de inandik. Ilâhimiz ve ilâhiniz birdir biz de O'na teslim olanlariz" (elAnkebût 29/46). Bu hazirlama ve bilgilendirmeden sonra müminlerin hicreti bilfiil gerçeklestirmeleri yönünde açik isaretler tasiyan su ayetler geldi: " Ey inanan kullarim benim arzim genistir bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktir. Sonra bize döndürüleceksiniz. Inanip iyi isler yapanlari cennette altlarindan irmaklar akan yüksek odalara yerlestiririz; orada ebedî olarak kalirlar. Çalisanlarin ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabredenler ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canli var ki rizkini tasiyamaz; onlari da sizi de Allah besler. O isitendir bilendir" (elAnkebût 29/566I). Ankebût suresi çogu müfessire göre Habesistan hicretinden çok sonra Medine'ye hicretten hemen önce inmistir. Ancak merhum Mevdûdî yaptigi tahkikle surenin Habesistan hicretinden önce indigi sonucuna varir. Ona göre önceki müfessirleri surenin hicretle ilgili ayetleri yaniltmis yanlis degerlendirmelerine neden olmustur. Daha önce merhum Derveze de ayni sonuca ulasmis olmali ki Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayati" adiyla çevrilen eserinde andigimiz ayetlerin Habesistan hicretinin gerçeklestirilmesine isaret eden bir anlam tasidiklarini belirtir (II 233).

Andigimiz son ayetler indigi sirada artik hicret zamani gelmisti. Çünkü müsriklerin zulümleri baski ve iskenceleri dayanilmaz bir hadde ulasmisti. Hz. Peygamber müminlerin Habesistan'a hicret etmelerini buyurdu. Rivayetler hicret yurdu olarak Habesistan'in seçilmesinin nedenini Necâsî'nin zulme riza göstermeyen adil bir insan olmasina baglar. Buna ilâve olarak siki ticaret iliskileri nedeniyle taninmasinin halkinin ilâhî kaynakli bir inanca (Hristiyanlik) sahip olmasinin ve son olarak Islâm'in orada yayilma imkâninin bulunmasinin da seçimi etkiledigi söylenebilir.

Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrilarak Habesistan'a göçtü. Nübüvvetin besinci yilinin (614) Receb ayinda gerçeklesen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri erkek dördü kadin olmak üzere toplam onbes kisi katildi. Bunlar arasinda Hz. Osman b. Affân Zübeyr b. Avvâm Abdurrahman b. Avf Osman b. Maz'un Mus'ab b. Umeyr Ebû Seleme b. Abdu'lEsed gibi önde gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habesistan'da son derece iyi karsilandilar. Kendi ifadeleriyle dinlerini yasama konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a istedikleri gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafindan rahatsiz edilmiyorlardi. Ne eziyet görüyor ne de kötü laflar isitiyorlardi. Fakat iki ay sonra müsriklerin müslüman olduklari yolunda yanlis bir haber nedeniyle Habesistan'dan ayrilarak Mekke'ye döndüler. Mekke yakinlarina gelince gerçegi ögrendilerse de is isten geçmisti. Çaresiz herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.

Habesistan'dan dönen müminlerin büyük çogunlugu kendi aileleri tarafindan yeniden baski altina alindi. Müsriklerin zulümleri de her geçen gün biraz daha siddetlendi. Öte yandan ilk hicret Habesistan'in müminler için güvenli bir yer oldugunu göstermisti. Bu nedenle Hz. Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altinci yili (615) baslarinda Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliginde gerçeklestirilen bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadin olmak üzere toplam 1I1 ya da 1I3 müslüman katildi. Ilk muhâcirlerin hemen tümü ikinci hicrette de yeraldi. Ikinci hicret Mekke'de tam bir matem havasi estirdi. Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katilmayan aile yok gibiydi. Bir ailenin oglu gitmisse digerinin damadi; birinin kardesi gitmisse digerinin babasi ya da amcasi gitmisti.

Ikinci Habesistan hicreti müsrik liderleri büyük bir telasa düsürdü. Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar son derece müsâit bir ülke olan Habesistan'in Islamlasmasina neden olabilir ya da en azindan Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandirabilirlerdi. Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureys'in iki ünlü diplomati Amr b. ElÂs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yi Habesistan Necâsî'sine elçi olarak göndermeyi kararlastirdilar. Planlarina göre elçiler önce Necâsi'nin yakin çevresindekileri hediyeleriyle yanlarina çekecekler daha sonra onlarin da yardimlariyla. Necâsî'nin müslümanlari Mekke'ye iade etmesini saglayacaklardi. Fakat sonuç hiç de umduklari gibi olmadi. Gerçi elçiler yakin çevresinin destegini sagladilar ama gerçekten adil bir insan olan Necâsi'yi bütün diplomatik oyunlarina ragmen zulümlerine ortak edemediler.

Elçiler Necâsî ile görüserek muhacir müslümanlarin birtakim beyinsiz gençler olduklarini kendi dinlerini terkettiklerini fakat hristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini onlari gözetmek amaciyla akrabalarinin iade edilmelerini istediklerini söylediler. Necâsî kendileriyle görüsmeden bir karar veremeyecegini belirterek müslümanlari yanina çagirtti; elçilerin taleplerini aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir talebe haklari olmadigini göstermek amaciyla elçilerden; kendilerinin köleleri borçlulari ya da kisas etmek istedikleri katiller olup olmadiklarinin sorulmasini istedi. Amr'in sorulara olumsuz cevap vermesi üzerine ne hakla iade talebinde bulunuldugunu ögrenmek istedi. Amr'in daha önceki sözlerini tekrarlamasi ve Necâsî'nin Islâm hakkinda bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konusmasini yapti.

Ca'fer b. Ebî Tâlib Islâm öncesi durumlari ile Hz. Peygamber ve Islâm hakkinda kisaca bilgi verdigi bu konusmasinda sunlari söyledi: "Ey Hükümdar biz cahil bir kavim idik. Putlara tapardik. Ölü eti yerdik. Her kötülügü islerdik. Akrabamizla ilgilenmez ilgimizi keserdik. Komsularimiza iyi davranmaz kötülük yapardik. Içimizden güçlü olanlar zayif olanlari yer ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden soyunu sopunu dogru sözlülügünü eminligini iffet ve nezâhetini bildigimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber bizim ve babalarimizin Allah'tan baska tapina geldigimiz tastan vesâireden yapilmis putlari birakarak Allah'in birligine inanmaya ve yalniz O'na ibadet etmeye bizi davet etti. Dogru söylemeyi emaneti sahibine vermeyi akraba ile ilgilenmeyi komsularimizla iyi geçinmeyi haramlardan kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin yüz kizartici söz ve islerden yalan söylemekten yetim mali yemekten iffetli kadinlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti. Kendisine hiçbir seyi es ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazi zekâti orucu de emretti. Biz ona inandik ve kendisini tasdik edip dogruladik. Onun Allah tarafindan getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir seyi es ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kildigi seyi haram helâl kildigi seyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptirmak dinimizden döndürmek öteden beri serbestçe isleyegeldigimiz kötülükleri tekrar isletmek için türlü iskencelere ugrattilar. Onlar bize galebe çalip zulüm ve tazyikleri altinda ezmeye basladiklari dinimizle aramiza girdikleri zaman senin ülkene çikmak siginmak zorunda kaldik. Seni baskalarina tercih ettik. Senin himayene can attik. Ey Hükümdar bir senin yaninda hiçbir zulme ve haksizliga ugramayacagimizi umuyoruz" (M. Asim Köksal Islâm Tarihi Mekke Dönemi IV. 191192; bk. Ibn Hisâm esSire I 356362; Taberî Tarih II 225).

Konusmayi dikkatle dinleyen Necâsî yanlarinda Kur'an'dan bir bölüm bulunup bulunmadigim sordu. Bunun üzerine Ca'fer hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbes ayetini okudu. Rivayetlere göre ayetleri gözyaslari içinde dinleyen Necâsî bunlarin Hz. Musa ve Isa'nin getirdikleriyle ayni kaynaktan geldigini tasdik ederek elçilere müminleri teslim etmeyecegini bildirdi. Amr'in müslümanlarin Hz. Isa hakkinda çok kötü sözler kullandiklarini söyleyerek Necâsî'nin kararini degistirme çabasi da Ca'fer'in "O Allah'in kulu resulu ruhu ve O'nun dünyadan ve erden geçerek Allah'a baglanmis bir bakire olan Meryem'e ilka ettigi kelimesidir" seklindeki cevabiyla yalnizca Necâsî'nin bu konudaki gerçegi kavramasina yaradi.

Habesistan muhacirleri uzun yillar hayatlarini burada huzur ve güven içinde sürdürdüler. Bu süre içinde basta Necâsî olmak üzere birçok kisinin müslüman olmasina vesile oldular. Bunlarin bir bölümü Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Basta Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten sonra Hayber'in fethi (H. 7/628) sirasinda Medine'ye gelerek müslümanlara katildi.

HABES ÜLKESINE ILK HICRETIN TARIHI VE ORAYA ILK HICRET EDENLER:

Nübüvvet'in besinci yilinda Receb ayinda

1) Hz. Osman b. Affan b. Ebil'As b. Ümeyye

2) Hz. Osman'in zevcesi Hz. Rukayya binti Resulüllah

3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe b. Rebia b. Abd. Sems

4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle binti Suheyl b. Amr

5) Zubeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed

6) Mus'ab b. Umeyr b. Hasim b. Abd. Menaf b. Abduddar

7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf b. Abd b. Haris b. Zühre

Karizmatik Ebu– Seleme b. Abdul'esed b.. Hilal b. Abdullah b. ömer b.Mahzum

9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye b. Mugire b. Abdullah b. ömer b. Mahzum

10) Osman b. Mazun b. Habib b. Vehb b. Huzafe b. Cumah

11)Amir b. Rebia'el'Anzi

12)Amir b. Rebia'nin zevcesi Leyla binti Ebi Hasme

13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm b. Abdul'uzza'l'Amiri

14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum binti Suheyl b. Amr

I5) Hatip b. Amr b. Abd sems

16) Süheyl b . Beyza

17) Abdullah b. Mes'ud

Dinlerinden döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak  Kimi yalniz basina kimi zevcesiylebirlikte Habes ülkesine hicret etmek üzere kimi binitli kimisi de yaya olarak.Mekke'den gizlice yola çiktilar. Bu Islam'da ilk hicret idi.

GARANIK HADISESl VE IÇ YÜZÜ

Resulullah Aleyhisselam bir gün Mekkede Kabe de Necm suresini okumaga baslayip surenin son ve Secde ayeti olan 62. Ayetini okuduktan sonra orada Secde etmisorada bulunan yanindaki arkasindaki herkesMüslümanlar Peygamberimize uyarak secde etmis cemeatten secde etmeyen kimse kalmamistir.Müsrikler putlarinin adini isittikleri içinputlarina tazim maksadiyla secde etmislerdi.Bu habesistandaki müslümanlara yanlis aksettirildi. Mekkeli Müsriklerin Müslüman olduklari zannedilerek bazi müslümanlar Habesistandan Mekkeye geri Dönmüslerdi.

Kaynak: Islam tarihi